Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında Türk Modern Sanatı'nın öncü ismi Abidin Dino var
Yazı: Necmi Sönmez
Abidin ve Güzin Dino, 1950'ler, Fotoğraf: Güneş Karabuda, yazarın arşivi
Abidin Dino’nun desenlerini, kitaplarını 1980’lerden itibaren galerilerde sahaflarda görürdüm. 1984’te ilk kez bir sergisini gördükten sonra yaptıklarına karşı ilgim daha da arttı, 1988’de Paris’te tanıştıktan sonra vefatına kadar dostluğumuz, diyaloğumuz devam etti. 7 Aralık 1993’teki vefatından sonra da Güzin Dino ile onun hakkında farklı projeler için çalışırken, onun her doğum gününe ona bir mektup yazma fikri gelişti. Paris’teki atölyesinin ikinci katı öylesine tıklım tıklım doluydu ki, çekmecelerden, rafladan inanılmaz belgeler, desenler, fotoğrafları çıkıyordu. Bunlara baktıkça onun bilmediğim bir çok yanını keşfediyor, şaşırıyordum. Her doğum gününde mektuplarımı Güzin’e yolluyor, Abidin’e iletmesini rica ediyordum. Zaman içinde Güzin “Bu mektupları yayınlasan daha iyi edersin” demeye başlayınca epeyce düşündüm. Çoğu nedeni belli olmayan duygu dalgalanmalarıyla dolu olan bu mektupların yayınlanacak yanlarının olmadığını biliyordum. O zaman Abidin’in doğum günlerinde, 23 Mart’larde elimde geldiğince yazılar yayınlamaya başladım. Nereden bakılırsa bakılsın son yirmi yılda epeyce yazım farklı yerlerde çıktı. Bunların aşağı yukarı aynı yörüngede, aynı soru işaretleri etrafında dönmesini aşmak için farklı bir yaklaşım geliştirmem gerekiyordu. Onun doğum gününde farklı dönemlerini daha detaylı olarak ele almanın tekrarlardan kurtulmak için bir çıkış yolu düşünmeye başladım.
Abidin Dino ile Necmi Sönmez, 26.8.1992, İstanbul, Bebek Oteli, Fotoğraf: Güzin Dino
Bu yıl Abidin’in 1951 sonu ya da 1952 başında Roma’dan Paris’e yerleşmek için geçip, 1960’lara dek geçirdiği dönem hakkında yazmayı hedefledim. Leningrad dönüşünden 1938-39 arasında Paris’te kısa bir süre kalan Abidin, hem TKP’deki görevi, hem de Rusya’daki tanıdıklarının tavsiyeleriyle Tristan Tzara’dan Louis Aragon’a, André Breton’dan Gertrude Stein ‘a kadar bir çok kalburüstü aydın, sanatçıyla tanışma imkanı bulmuştu. 1952’de bu kontaklarını güçlendirirken bir yanda sanatçı olarak yaşama, üretme olanakları arıyor, diğer yandan da farklı araştırmalarını sürdürmeye devam ediyordu. 1950’de Ankara’da seramik çalışması onun imdatına yetişmiş, Picasso’nun seramiklerinde ona yardım etmek için 1953’da güney Fransa’daki Vallauris kentine gitmişti. Picasso’nun yanı sıra Chagall’ın da seramik çalıştığı ünlü Madura atölyesi’de tezgah başına geçen Abidin burada daha sonraki yıllarında yakın dostluk kuracağı şair André Verdet başta olmak üzere bir çok edebiyat ve sanat insanıyla tanışmıştı. Onun 1950’lerin başındaki sanatlar duruşu, yönelimleri hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlı.
Abidin Dino, Natürmort, Roma, 22x28 cm, özel koleksiyon
TKP’deki politik çalışmaları aktif olarak devam etmesine rağmen sanatsal açıdan yeni bir döneme geçen Abidin Ankara ve İstanbul’da Anadolu insanları, Türkiye gerçekleri üzerine yoğunlaşan figüratif arayışlar içine girmişti. Güney Fransa’da gerçekleştirdiği seramikler de, resimlerde bu doğrultuda figüratif izler taşıyordu. Öte yandan o yılların önde gelen akımı olan soyut resim de onun ilgi alanına giriyor, bu yönde de araştırmalarını sürdürüyordu. Ama Paris’teki ilk kişisel sergisini açarken tercihini figürden yana koyarak “işkence” temalı çalışmalarını 1955’te Librairie-Galerie Kléber’de açtı. Bu sergi için daha önce Türkiye’ye gelmiş ve muhtemelen de Abidin ile tanışmış olan Sürrealist ozan Philippe Soupault bir sunu yazısı kaleme almıştı:
"Bir ihtimal, benim gibi, renklerin en güzelinin kanın rengi olduğunu düşünüyor olabilir misiniz?" Abidin’in, insanı dökülen kanın dehşetine maruz bırakan son resimlerine baktığımda bu düşünceye iyiden iyiye teslim oluyorum. Bu güçlü ve eşsiz ressamın eserlerinde, insan vücudunun büyük ihtişamla ve hakikatle sergilediği şeyin karşısında büyülenmemek elde değil. Çağdaş sanatçıların çoğunun içinde yaşadığımız çağ ile bağlantı kurmaktan aciz oldukları konusunda bizimle aynı kanaate sahip olduğu aşikâr görünüyor olsa da, kendisi bir ressam olmaktan asla geri durmuyor, kelimenin tam ve en güçlü anlamıyla. Büyük bir ressam Abidin; gücünde büyülü ve ikna edici bir öz barındıran istisnai bir ressam. Şiddetli, kuşkusuz, her hamlesinde acımasız, ve hiç şüphesiz arzulamaktan kendimizi alamayacağımız bambaşka bir kâinatı gösteriyor bizlere. Bu ressam çağının bir tanığı, tıpkı zamanında Goya’nın, Daumier’nin olduğu gibi. Son tuvallerini ve son desenlerini sergide gördüğünüz vakit (Kléber Kitabevi Galeri, Kléber Caddesi 24, Paris) benimle aynı fikirleri paylaşacağınızdan şüphe duymuyorum.” (P. Soupault’nun El Yazısı, Yazarın Arşivi)
Abidin Dino, 1954 Jean Lods Müziği için çizdiği desen, yazarın koleksiyonu
Abidin’in işkence teması seçmesi elbette bir rastlantı değildi ve onun politik duruşunu açıkça ortaya koyuyordu, bu tema ne yazık ki Türkiye’de o yıllarda hayli yaygın olan bu insanlık dışı uygulamaya da gönderme yapıyordu. Fransa Devlet Koleksiyonu için bir çalışmanın satın alındığı bu serginin tamamının açılışından kısa bir süre içinde alıcı bulması hiç kuşkusuz Abidin ve Güzin Dino’nun Fransa’daki ilk dönemleri için önemli bi katkıydı. İşkence desenlerinde beliren insanlar daha sonra Abidin’in koyu renklerin egemen olduğu yağlıboyalarına da konu olacak ve bir sonraki dizisi olan Uzun Yürüyüş’ün çıkış noktasını oluşturacaktı. İlginç olan 1950’lerdeki semi-figüratif yaklaşımın daha sonra soyut araştırmalar sayesinde son derece etkileyici Antibes Dönemi resimlerinin habercisi olmasıdır.
1950’li yıllar Abidin’in sanatsal açıdan en beklenilmedik deneylere girdiği dönem olarak ne yazık ki bugüne kadar gölgede kalmıştır. 1989’de Galeri MD (Metin Deniz) tarafından yayınlanan Antibes Resimleri, Pencereler, Açılar ismini tanışan sergi kataloğundan başka bu yılları ele alan çalışma yayınlanmamıştır. Oysa 1950-1960 arasındaki süreçte Abidin, tıpkı yakın dostu olan Oktay Rifat’ın bir dizesinde dile getirdiği gibi “Bademin İçi Gibi Güzel Bir Düşte” yaşıyordu: Paris’te, Saint-Paul-de-Vence’de kişisel sergileri (1955, 1956,1959) açılmış; 1958’de Avni Arbaş’la daha sonra Picasso Müzesi haline dönüştürlecek olan Chateau Grimaldi’de kapsamlı bir sergi hazırlamış; Antibes limanına bakan, kendisinden önce Nicolas de Staël’in çalıştığı büyük bir atölyede dev boyutlu tuvaller üretecekti. Abidin bu atölyede kendisini ziyarete gelen Fikret Mualla’ya nasıl kahve pişirdiğini severek anlatırdı.
Comments