Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında yüze yakın eseri yakın zamanda Sakıp Sabancı Müzesi’nde ve Akbank Sanat'ta izleyiciyle buluşacak olan sanatçı Georg Baselitz var
Yazı: Necmi Sönmez
Georg Baselitz Hasret isimli Karadeniz türküsünü icra ederken, 22 Haziran 2002, Schloß Derneburg, Fotoğraf: Necmi Sönmez
22 Haziran 2002 tarihini yoldaşımla birlikte Georg Baselitz’in atölye ve yaşam alanı olan Schloß Derneburg’ta geçirmiştik. Alman taşrasındaki şatoya gidişimiz bir yanlış anlaşılmaya dayanıyordu. 2002’in ilkbaharında Yapı Kredi’nin bir Georg Baselitz retrospektifi hazırlayacağı haberinin ardından bir davet almıştım. Kendisiyle sergi kataloğunda yayınlanacak bir konuşma yapma teklifi ilginçti. Ama 1988’den beri resimlerini takip ettiğim Georg Baselitz’e karşı tuhaf bir çekingenliğim vardı. Galericisi Michael Werner o zaman Çağdaş Sanat Bölümünü yönettiğim Folkwang Müzesi’ne geldiğinde sevgili müdürüm Georg W. Költzsch mutlaka beni çağırır, kelimenin tam anlamıyla sevimsiz olan Michael Werner’e neden Baselitz sergisi yapamayacağımı söylememi isterdi. Çünkü kendisi de böyle bir sergi yapmak istemiyordu. Michael Werner’in papağan gibi tekrarladığı, bu Alman müzesinde neden Alman sanatçılarının gösterilmediğiydi. Benim aksanlı Almancam, ismim, hazırladığım sergiler onun için sorundu ve bunları pişkin bir utanmazlıkla dile getirmekten çekinmezdi. Ben de usturuplu şekilde karşılığını verdiğimde kibar kavga alevlenir, müdürüm biz çarpıştırırken konyağını yudumlardı. Kaderin tuhaf çilvesi olarak müdürümün ilk eşi Galerie Michael Werner’de yönetici olarak çalıştığı için, her konuşmadan sonra masama son derece kibar bir mektupla Baselitz katalogları yığılır, son çalışmalarının ne kadar ilginç olduğu, bunları sergileme teklifi tekrarlanırdı. Kelimenin tam anlamıyla bıkmıştım bu tiyatrodan.
Georg Baselitz, Atölyesinin kitaplığında, Schloss Derneburg, 22 Haziran 2002, Fotoğraf: Necmi Sönmez
Hani yağmurdan kaçarken doluya tutulmak diye bir deyim vardır. İşte bu kaçıncı olduğunu unuttuğum bir Michael Werner ziyareti sonrası Veysel Uğurlu’nun telefonuyla başıma geldi. Eski kulağı kesiklerden, Yapı Kredi’nin sergi koordinatörü Veysel’e karşı gençliğimden beri sempatim vardı. Benim efemera topladığımı bildiği için eline geçen eski sergi davetiyelerini, broşürleri gösterir, kahvelerimizi içerken Mübin Orhon’a, Abidin Dino’ya veya Hadi Bara’ya ait hiç bilmediğim detay bilgilerini anlatırdı. Ben bu sohbetlerin hastası olmuştum, çünkü argoyu seven Veysel bir zamanlar Akademi öğrencisiyken Beyoğlu’nda duyduğu en has İstanbul argosunu kullanır ve beni güldürürdü. Bunları henüz yazılmamış sanat tarihinin hikâyecikleri olarak dinlerdim. Telefonun ucunda onun sesini ve İstanbul’daki ilk Baselitz sergisi haberini duyunca, teklifi kabul ettim.
Randevuları ayarladıktan sonra Braunschweig yakınlarındaki şatoya doğru yola çıktık. Ne konuşacağımı bilmiyordum, içimden hazırlık yapmak da gelmedi. Belleğimde Michael Werner’le olan tatsız konuşmalar, masamda bir kuleyi andıran Baselitz katalogları vardı.
Georg Baselitz'le Konuşma sırasında kitap arayışı, Schloss Derneburg, 22 Haziran 2002, Fotoğraf: Necmi Sönmez
22 Haziran 2002 tarihinde şatonun iç avlusuna girdiğimizde faşist karakterli bina bize tüm azametiyle saygılı olmayı telkin ediyordu. Basamakları çıkarken kemençe sesi kulağıma geldi. Garipsedim, kemençe sesinin ne işi vardı burada? İlerleyince büyük bir salonda Georg Baselitz’in dizine dayadığı kemençeden Hasret isimli Karadeniz şarkısını bizim için çaldığını gördüm. Şaşkınlığım bir yana, zarif kemençeden çıkan melankolik notalar söylemek istediklerimi bana unutturdu. Sessizce dinledikten sonra Baselitz’in birçok resmine modellik eden eşi Elke elindeki çay tepsisiyle salona girdi. Bu karşılama beklentilerimin üstünde olduğu gibi şaşkına çevirmişti beni. Ne diyebilirdim ki? Herr Baselitz’ten başka bir parça çalmasını rica ettim. Şansımıza müthiş bir Horon havası çıktı. Belki de bize ayrılan zamanın tamamını kemençe müziği dinleyerek geçirebilirdik ama konuya girmek adına mecburi sorularla başlayan konuşmamız inanılmaz bir akış ve heyecanla geçti. Konuşmayı teybe aldığım için hızlıca ilerliyorduk. Birkaç soru nedeniyle kitaplığına gitmesi gerektiğinde Herr Baselitz’e eşlik ettiğimde şimdiye kadar gördüğüm en kapsamlı kütüphane ile karşılaştım. Laf lafı açtı, son derece keyifli bir konuşma yaptık. Fark ettim ki, Michael Werner’in kabalığı bu olağanüstü sanatçıyı tanımamı engellemişti. Kişisel etkileyiciliği bir yana, Baselitz tarihsel bir figür olarak Sanat Tarihi’nde yerini almıştı. Ben emekleme dönemindeydim. Beraber yürüyebileceğimiz yol yoktu. İkimiz de bunun farkındaydık.
Georg Baselitz ve konuşmamızı gerçekleştirdiğimiz masa, 22. Haziran 2002, Schloss Derneburg, Fotoğraf: Necmi Sönmez
Konuşmayı çözüp yazılı hâle getirmem epeyce zaman aldı. Herr Baselitz’in sekreterine onayı için yolladığımda aldığım yanıtlar arasında beni şaşırtan sergi kataloğunun baskıda olduğu haberiydi. Kendimi tutamayıp sordum, konuşma bana katalog için sipariş verilmişti... Olumsuz yanıtı alınca yapacak hiçbir şey yoktu. Bu kadar zaman ve emek harcayarak hazırladığım konuşmayı istemeye istemeye Sanat Dünyamız dergisinin Yaz 2002, 84. sayısında yayınladım. Daha sonra müzenin kapısını aşındırmaya devam eden Michael Werner’le konuşmak istemediğimi müdürüme bildirdim.
Ama tuhaf tesadüfler sonu, Baselitz ziyaretimden bir ay sonra, daha önce mektuplaştığım küratör ve ressam Johannes Gachnang’la Bern’de buluştum. 1950’lerde Türk Alman Galerisi’ni kurarak dönemin öncü sanatçılarının sergilerini açan efsanevi Goethe Enstitüsü müdürü Robert Anhegger sayesinde tanıştığım Gachnang İstanbul, Roma ve Amsterdam’da ressam olarak çalıştıktan sonra 1974’ten 1982’e kadar Kunsthalle Bern’in müdürlüğünü üstlenmişti. Burada Neue Wilden akımına ait Alman sanatçılarının tamamının (Baselitz, Lüppertz, Penk vb) kapsamlı sergilerini hazırlayarak ünlenmişti. Daha sonra kurduğu Verlag Gachnang & Springer yayınevinde bibliyofil kitaplar yayınlıyordu ki, bunlara tutkundum. Daha ilk cümlesinde ona ön ismiyle hitap etmeme izin veren Johannes’e Baselitz ziyaretimi anlattıktan sonra onun resimlerinin bu kadar şişirildiği kadar önemli olup olmadığını sordum. Bu sorunun yanıtı olarak altı saat boyunca bana özelde Baselitz resminin, genelde Neue Wilden’in neye karşılık geldiğini anlattı. Sanki eski üniversitemde bir seminere katılmıştım. Johannes’i soluksuz dinlerken not tuttum. İyi ki de duyduklarımı yazmışım, şimdi bu yazıyı kaleme alırken o günkü defterimi önüme alıyor ve kimi notları olduğu gibi aktarıyorum:
Doğu Alman topraklarında doğmuş, ilk gençliği Rus baskısı altında, yoklukla geçmiş. Doğu Berlin’de sanat okuyor. Sonra Batı Berlin’e zorunlu göç. İlk adı Georg Kern sonra Georg Baselitz ismini alıyor.
Soyut sanatın zirvede olduğu yıllarda inatla yakın arkadaşı Eugen Schönebeck’le manifestolar yayınlayarak figür üzerine eğilmişler. Nasyonal-sosyalist geçmişle uğraşmaya başlamaları da önemli. Soyut sanat dekoratif kalıyor, figürler Alman dışavurumculuğunun devamı.
Evet faşizmle uğraşıyorlar ama faşist değiller.
İşlerini ve kimlerle diyalog kuracaklarını çok iyi biliyorlar. Baselitz’in ilk sergisini Belçikalı fotoğrafçı Benjamin Katz’la kurduğu Galerie Werner & Katz’da bizzat Michael Werner 1963’te açmış. Aynı sergi daha sonra 1970’de Köln’de Galerie Franz Dahlem’de gösterilmiş.
O yıllarda müthiş bir çarpışma var: Bir yanda Harald Szeemann ve Germano Celant, yerleştirme, neon, doğal malzemlerin ağır bastığı Arte Povera, When Attidutes Becomes Form diğer yanda dışavurumcu klasik resim ve heykelin öne çıktığı Alman ressamlarından oluşan Neue Wilden.
Bir Baselitz Retrospektifi 1958-2001 sergisi Yapı Kredi Kazım Taşkent Sergi Salonu’nda 2002’de gösterildiğinde ne yazık ki sergiyi göremedim. Ama Herr Baselitz’in kemençe almak için İstanbul sık sık geldiğini, üstelik Tünel’de önünden binlerce geçtiğim bir dükkanda çok zaman geçirdiğini bizzat kendisinden duymuştum. Sergisi yerine müzik aletleri satan bu dükkana uğradığımda satıcılar çok iyi kemençe çalan Alman müşterilerini hemen hatırladılar. Çektiğim fotoğraflara bakıp şaşkınlıklarını bana aktardılar.
Şimdilerde Sabancı Müzesi Georg Baselitz Son On Yıl sergisini sunuyor. Elbette uğrayacağım bu şenliğe. Ama daha önce kemençesi eşliğinde Karadeniz havalarını dinlediğim ressamla yaptığım konuşmanın birkaç bölümünü son olarak aktarmak istiyorum:
"Önceleri (1990’lara kadar) resimlere duvara dayayarak çalıştığımda, bir duvarcı gibi yaklaşırdım, yani kazırdım, tabakalar oluşturur boyardım her resmi yavaş bitirirdim. Bu durum resimleri yerde yapmaya başladıktan sonra değişti. Çabuk sonuca ulaşmak, hızlı resimler yapmak istiyordum.
Yaptıklarımdan hemen kopmak, ayrılmak istiyordum; daha iyi, daha farklı yapmak, tekrar tekrar yapmak istiyordum. Kaçmak her zaman benim ilkem oldu aslında.
Kırmızı lale resimleri gibi, ya da sanat tarihinde hep kitsch olarak tanımlanan bu pornografik şeyler gibi… Bunu genç değil, yaşlı bir adam olarak yapıyorum, orta yaş krizimi deklare etmiş oluyorum. İyi bu bence, olması gerektiği gibi ortaya çıkıyor.
Georg Baselitz'le konuşma sırasında, Schloss Derneburg, 22 Haziran 2002 Fotoğraf: Necmi Sönmez
Daha sonraki yıllarda hep bana ait konulara yöneldim: Eller, ayaklar, yumruklar, üst bedenler, uzuvlar… Ama bunları saldırgan yapmadım, saldırganlığım bitti çünkü. Hepsini daha ziyade süsleme olarak yaptım.
Öğrenciyken otostopla Paris’e gitmiştim. Paris Ekolünü tanıdık ve neler yaptıklarını gördük. Ama Paris merkez olmaktan çıktı ve Amerika’nın etkisi atmaya başladı. Benim buradan çıkarak geliştirdiğim çok büyük bir öfke, çok büyük bir direniş ve başka türlü olma gereksinimiydi. Onlara katılamayacağımı düşünüyordum. Buraya ait değildim, geri çekilmeli, başka türlü yapmalıydım. Bu tepkilerle büyük geceyi (Die Großer Nacht im Eimer isimli ikonik resmini kastediyor, NS), ayakları ve bu resimleri yaptım."
Opmerkingen