Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında bugün doğumunun 98. yıl dönümündeki İlhan Mimaroğlu var
Yazı: Necmi Sönmez
İlhan Mimaroğlu
11 Mart 1926 elektronik müzik alanındaki öncü çalışmalarıyla tanınan İlhan Mimaroğlu’nun doğum günü. Demek ki tam tamına 98 yaşında. İlhan’la 12 Mart 1990’da tanışıp 17 Temmuz 2012’de New York’ta ışıklı yolculuğuna çıkana dek yakın bir dostluğum oldu. Daha sonra yoldaşı Güngör ile devam eden yakınlaşmamız bana her şeyden önce çağdaş müziği öğrenme, giderek sevme olanağı tanıdığı gibi İlhan hakkında kitaplardan, plaklardan, efemeralardan oluşan bir arşiv yapma olanağı sağladı. 1995’de Jean Dubuffet için Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde bir sergi açmamı sağlayan ilişkiler ağının başlangıç noktası da Güngör ve İlhan’la olan dostluğumdu. İlk aşk gibi, ilk organize edilen sergi de unutulmaz! Ama bunların ötesinde İlhan gibi kelimenin tam anlamıyla sıra dışı bir yaratıcı hiçbir zaman unutulmaz!
İlhan Kemalettin Mimaroğlu’nu birçok ansiklopedi, “çağdaş besteci, elektronik müzik yayıncısı, editör" olarak bir madde haline getirmiş olsa da, şeytana pabucunu ters giydirebilecek “soyutlama gücüne" sahip olan bu yaratıcı insanı sınıflandırmamak gerekir. Çünkü ilk gençliğinden itibaren müzik, resim, yazın, felsefe, eleştiri daha sonraları görsel sanatlar alanında birbirinin sürekliliğinde gelişen işler gerçekleştirmiş olan İlhan’ın çalışmaları, neresinden tutulursa tutulsun biraz "gariptirler". Onları bırakın sevmeyi, anlayabilmek için bile belli bir zaman gerekir. Avant-garde sözcüğünün hakkını veren birisi olarak onu, öncesi ve sonrası olmayan kişilik olarak tanımlamak gerekir.
İlhan Mimaroğlu, Desen, 12 Mart 1990, Yazarın arşiv
Kendisi çok küçükken vefat eden babası ünlü mimar Kemaleddin Bey'in oğlu doğduğunda kulağında müzik olsun diye aldığı gramofon ve plaklar nedeniyle çocukluğundan itibaren müzik hayatının bir parçası olmuştur. Galatasaray’daki eğitiminden sonra Ankara Üniversitesi’nde hukuk okuyan İlhan gençliğinde ciddi bir müzik eğitimi almadan piyano, klarnet çalmaya, yirmi yaşlarından itibaren müzik eleştirileri yazmaya başlar. 1950’lerde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’na yolu düşen müzisyenlerle tanışır ve caz bir daha çıkmamak üzerine hayatına girer.
Eleştirmen kimliğiyle 1955’de Rockefeller Foundation bursuyla New York ve Amerika’yı kapsayan bir gezi bursu kazanır. Akis ve Tercüman gazetelerinde yayınlanan Amerika yolculuğu yazıları bir yıl sonra kitaplaşır: Amerika Sesleri, Bir Musiki Yolculuğu Notları. 1959’da New York’a göç etmeye karar verip Columbia Üniversitesi'nde Paul Henry Lang, Douglas Stewart Moore ve Vladimir Ussachevsky ve Varèse ile çalışarak müzik ve kompozisyon eğitimi alır. Kendi kendisine öğrendiği İngilizcesiyle New York Times’da amansız, ironik eleştirileri yayınlanır, John Cage, Luciano Berrio başta olmak üzere dönemin önde gelen bestecileriyle konuşmalar yapar.
1964’te Intermezzo ve Le tombeau d’Edgar Poe (Mallermé) isimli besteleriyle ismini deneysel müzik çevrelerinde duyurur. 1968’de Groupe de Recherches Musicales ona ismini parlatacak olan La ruche isimli siparişini verir. Paris’te kaldığı bu süre boyunca Kübist ve Sürrealist sanatçıların yaşadığı komün hayatına sahne olan La ruche atölyesi ona ilham kaynağı olur. 1969’da Ertegün’lerin kurmuş olduğu Atlantic Records’ta yapımcı olarak çalışmaya başlar. John Coltrane, Charles Mingus’la çalışır. Burada 1972’de sorumluluğunu üstlendiği Finnader Records markasıyla çağdaş müziğin tanınması için önemli katkılar yapan İlhan, besteciler için sipariş verdiği gibi eserlerinin yayınlamasını sağlar. 1970’lerde To Kill a Sunrise, Session, Mao Sketches isimli bestelerinde Che Guevara, Karl Marx ve Mao’dan alıntılar yaptığı için new leftist politic besteci olarak New York’ta ün yapar. Müzik ansiklopedilerine elektronik müziğin kurucuların biri olarak geçer.
Unutmamak gerekir ki, İlhan’ın çalışmalarını bulmak, keyfine varmak da ayrı bir sorundur. Müziğini dinlemek için ayrı bir çaba, 21. yüzyıla damgasını vurmuş olan diğer yaratıcı sanatçılarla diyaloğunu kavramak için biraz Halil İbrahim sabrı, neden ironiye, kara mizaha bu kadar tutkulu biçimde sarıldığını yorumlamak için belki de dedektif merakı gerekir. Bir yaratıcı sanatçı düşünün ki; çocukluğundan itibaren şiirle ilgilenmiş, 1950’lerin Ankara’sında Helikon Derneği çerçevesinde soyut sanata merak sarıp Pollock, Gorky üzerine Fransa’dan kitaplar sipariş etmiş, New York’a taşındıktan sonra da Jean Dubuffet, Jasper Johns’la yakın diyaloğa girmiş olsun. Çalışmalarını inatçı bir karınca azmiyle sürdüren İlhan’ın müziğini Fellini bile filmlerinde kullanmıştı. 1980’lerin sonlarında fotoğraf makinesini boynuna asarak, her adımını ezberlediği New York’ta sokak duvarlarının resmini çekmeye başlamıştı. Başından geçenleri, düşündüklerini, duyumlarını Günsüz Günce kitabından (1989) itibaren arkası arkasına yayınlayarak “evet, böyle biri de var işte“ diye seslenmişti. Aykırı yazı denemeleri arasındaki Yokistan Tasarısı (1997) Türkçe‘de örneği olmayan ütopik bir ülke tasarısıdır.
Pan Yayınları’nın özverili çalışması sonucu birbiri arkasına yayınlanan sıradışı kitaplarıyla denemeci, filozof kişiliğinin ipuçlarını veren İlhan’ın en büyük erdemi, "sanatın gündemi" ile "yaratıcı sanat" arasındaki derin uçurumu son derece açık olarak belirlemesidir. Hemen belirtmek gerekir ki O öğretici, yol gösterici bir kimliğe bürünmez kitaplarında. İlhan belki de "İstanbul ironisi" olarak nitelendirebileceğimiz bir yaklaşımla, Mozart’a, Beethoven’e olan kızgınlığını, sanat ortamının üç kağıtlara dayalı mantığını dobra dobra okuyucularına aktarırken, "yaratıcı sanatçının" tüm bunların dışında kendini varetmek için verdiği mücadeleyi örnekleriyle aktarır. Yanlış anlaşılmasın, sanat ortamında gündemde olmak için oynanan akıl almaz ayak oyunlarını değil, bunların bilincinde olmasına rağmen kirasını, sağlık sigortasını ödemek icin yaşam mücadelesi veren yaratıcı sanatçının durumu okuruz İlhan’ın kitaplarında. Almancadaki deyimiyle söylememiz gerekirse, kurtlarla birlikte ulumak zorunda kalanların seslenişleri onun kitaplarına eşsiz bir fon müziği olabilir. İlhan bu ulumaların ortasında, Atlantic Records’ta çalışmasına rağmen, kulaklarını tıkayıp kendi müziğini kurgulamıştır. Boşuna aramayın, Mimaroğlu’nun müziğini, notalarını bulamazsınız. Hele müziğinin canlı olarak çalınışını dinlemek, samanlıkta düşen iğneyi aramaya benzer.
"Türk ironisi" derken "bu da geçer yahu" cümlesinin yazıldığı levhaları hatırlamak gerekir. İlhan kuşkusuz kara mizahı, göz yaşartan bir ironiyi çalışmalarına kazandırırken, İstanbul’da, New York ve Paris’te vapurlarda, otobüslerde, sokaklarda konuşulan farklı dillerin esprilerini yakalamaya çalışmıştır. 1990’da bana İstanbul şivesiyle eşsiz küfürler eden yaşlı hanımı (bag lady) gösterebilmek için Manhattan otobüslerinde çok zaman harcamıştı. Aman yarabbi ne güzel küfürler, böylesini hayatın boyunca duymamıştı. Bir gün tüm gücünü toplayıp çok kibar şekilde İstanbul şivesiyle bu hanımla konuştuğunu da söylemişti. Bu tür gerçeküstücü karşılaşmalara özel bir önem veren İlhan çalışmaları, düşünceleri, paylaştıklarıyla arkasında derin izler bıraktı. Bu izlerin anlaşılmasını bir tarafa bırakıyorum, varlığının duyulması bile epeyce zaman alacağa benziyor. Bu konuda yönetmen Serdar Kökçeoğlu ile filmin yapımcılarından Dilek Aydın’ın gerçekleştirmiş olduğu Mimaroğlu belgeseli son derece önemli bir adım atarak onu günümüze taşımayı başardı. Bu filminde ortaya çıkardığı gibi, İlhan anlaşılmak, alkışlanılmak, ön sıralarda yer almak için üretmiyordu; paylaşımcılığa inanan biri olarak, yaratıcı fikirlerin başka yaratıcı fikirleri tetikleyeceğini sürekli olarak vurguluyordu. Popüler, yüzeysel olan beğeni karşısında göstermiş olduğu direnç vefatından kısa bir süre önceki karşılaşmamızda onu inanılmaz derece keskin bir hale getirmişti. Bir gün dayanamayıp “yahu hiç mi keyif aldığın bir şey kalmadı neden bu kadar tırmalıyorsun” diye sorduğumda elinin altındaki New York Times’ı boru gibi bükerek “bak son bestemi dinle” diyerek gülmeye başlamıştı. Ama kısa süre sonra bu sesin kahkaha değil bağırma olduğunu duyduğumda başımı önüme eğdim, sustum. İşte o sırada nereden duymuşsa muhteşem bir Almanca ile Kopf hoch! diye seslenince kendimi gülmekten alamamıştım. Aslında komik bir insandı.
İlhan’ın yaratıcı müzik ile sanatın kesişme noktasına yerleştirirken yazdığı müzikler kadar, kavramsal olgularla ilgilenirken sanatın gündemini hiçe sayacak kadar “kendinden olmasını” özellikle vurgulamak gerekir. Onun, New York Kapı Dışı Sanatı (2002, 2016) kitabında kendi çektiği fotoğraflardan yola çıkarak grafiti ve duvar resimleriyle ilgilenmesi de üzerinde durulması gereken bir yaratıcı uğraştır. Bu kitap dışında ne yazık ki sergi olarak izleyicilere sunulamayan bu fotoğraflar, onun çok yönlü kimliği hakkında bilgi veren bir özelliğe sahiptir. Kelimenin tam anlamıyla “yaratıcı” kişiliği, etkinlik gösterdiği tüm alanlarda İlhan’a ayrı, aykırı bir perspektiften bakma olanağı sağladığı için, ardında bestelediği müzikleri, yazdığı kitapları ve çektiği fotoğraflarıyla gesamtkunstwerk olarak değerlendirilebilecek bir iz bıraktı. 1980 ve 1990’lardaki yüksel sesli, saldırgan, hatta düpedüz karamsar yazılarını tekrar okuduğumda, acaba bugünkü politik manzaraları, sosyal medya çılgınlığını görse, yaşasa ne derdi, nasıl tavır takınırdı diye düşünmeden edemiyorum.
Bu eşsiz yaratıcının anısı önünde saygıyla eğilirken onun çalışmaları üzerine bir sergi hazırlama düşüncesini kalbimde taşıyorum.
Comments