Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında bu yaz aramızdan ayrılan Şenol Yorozlu var
Yazı: Necmi Sönmez
Şenol Yorozlu, Kadıköy'deki eskici dükkanlarında, 18.07.1987, Foto Necmi Sönmez
19 Temmuz 2023’te uzun zamandan beri yaşadığı İzmir Özdere’de geçirdiği kalp kriziyle bu dünyaya gözlerini yuman Şenol Yorozlu kelimenin tam anlamıyla tanımsız bir ressamdı. 1950 doğumlu sanatçı 1973-78 yılları arasında o zamanki ismiyle Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Neşet Günal Atölyesi’nde eğitim aldı. Onu kuşağının diğer temsilcilerinden ayıran, geliştirmiş olduğu figür yorumunda tuval resmi geleneğiyle mücadele ederken, resimlerinde kara mizahın, eleştirinin ağır bastığı görsel bir dil geliştirmesiydi. Bunda hiç kuşkusuz onun gençlik yıllarında Akbaba, Pardon, Ustura, Gırgır gibi mizah dergilerinde karikatürlerinin yayınlanmasının da önemli bir katkısı vardı. 1985’lerde Şenol’un resimlerini değişik sergilerde gördükten sonra kendisiyle 1987’de o zamanki ismiyle I. Uluslararası İstanbul Çağdaş Sanat Sergileri olan 1. İstanbul Bienali nedeniyle tanıştım.
Şubat 1986’da İsveç’in kuzeyindeki küçük Västeras kentine taşınan Şenol, burada evliliğiyle kendine bir hayat kurmaya çalışırken 1987’nin yaz aylarında Ayasofya’nın karşısındaki Mimar Sinan Hamamı’nda eserleri sergilenilmeye değer görülen sekiz Türk sanatçısından biri olarak İstanbul’a gelmişti. O yılların sanat ortamında adeta bomba etkisi yaratan I. Uluslararası İstanbul Çağdaş Sanat Sergileri, davetli yabancı sanatçıların Aya İrini’de, Türk sanatçılarının ise Mimar Sinan Hamamı’nda çalışmalarını sergilemelerini öngörüyordu. İlk kez düzenlenen, açılışı 15 Eylül olarak sabitlenen bu sergiler nedeniyle İstanbul’un yaz aylarındaki sessizliği bozulmuş, arkası arkasına yapılan basın açıklamaları ve hararetli eleştiri yazılarıyla sanat ortamı adeta alevlenmişti.
O yıllarda farklı yerlerde yazılarımı yayınlamaya çalıştığım için birçok sanatçıyla konuşmalar yapıyordum. Bu hararetli ortamda Şenol’u Kadıköy’deki atölyesinde ziyaret ettim. Kendisine özgü konuşma ritmi, sözcüklerini cümlelere bağlamadan ortada bırakması, hafif alaycı tavrı, ironiyle karışık kahkahaları beni etkilemişti. O yıllarda palazlanmaya başlayan sanat piyasasına karşı eleştirel tavrını açıkça ortaya koyduğu resimlerindeki tavrı yeterince anlaşılmadığı için Şenol’la yaptığım konuşma, tüm uğraşlarıma rağmen, yayınlanmadı. Ama 1987’de Kadıköy ve Karaköy’de buluşarak sahafları, eskicileri, birlikte gezmeye, atölyesinde zaman geçirmeye, resimlerine, desenlerine birlikte bakmaya başladık. İnanılmaz bir arşivi vardı, istediği resmi hemen raflardan çıkararak masanın üstüne koyuyordu. Türk Sanatı’ndaki figür yorumu hakkında kendi kuşağı ile öğretmenleri (Neş’e Erdok, Mehmet Güleryüz, Alaettin Aksoy, Şükrü Aysan vb) arasındaki farklılıkları analiz etmesi beni şaşırtmıştı. Bu sayede daha önce hiç bilmediğim birçok konu hakkında bilgi sahibi olduğum gibi onun resimlerindeki gelişimi de adım adım izlemiş oluyordum. Onun İsveç’e geri dönmesi, benim doktoram için Almanya’ya gitmem güzel başlayan diyaloğumuzu sürdürmeye izin vermedi. Arada sırada İstanbul’daki tesadüfe dayalı karşılaşmalarımızda etrafındaki kişiler nedeniyle konuşmalarımızı derinleştirme olanağımız olmadı. Atölyesini İzmir’e taşıması nedeniyle daha az görüşür olduk. Açtığı sergileri ne yazık ki görmem mümkün olmadı. Birkaç kere Özdere’de buluşmaya çalışsak da araya giren işler buna engel oldu.
Şenol Yoruz’lu ile 27 Temmuz 1987’de yaptığımız, ancak yayınlanmayan konuşmamızı onun anısına burada paylaşırken, resimlerinin kapsamlı bir sergi, katalogla ele alınıp belgelenmesi gerektiğini hatırlatmayı görev olarak kabul ediyorum. Şenol’un zamana karşı büyük bir inat ve sabırla geliştirdiği çalışmalarını ele almadan 1980 kuşağının tarihinin yazılamayacağı ortadadır. 1987’de hazırladığım bu sorulara otuz altı yıl sonra tekrar baktığımda, yeni yetmeliğin eşiğindeki bir eleştirmen adayının toyluğunu görüyorum. Tuhaf olan o zamanlar ilerde nasıl bir yolda ilerleyeceğimi bilmeksizin belli sorgulamaların peşinde olmam. Bu yolla doğrulara ulaşılacağına dair naif bir inancım varmış demek ki. Bugün açık söylemem gerekirse doğruların, şeffaflığın, paylaşımcılığın önünün sıkı sıkı kapatıldığı bir dönemde sanatın elindeki tek silahı olan sorgulayıcılığı da kaybettiğini, susarak, göz yumarak sanat ortamının kendi yağında kavrulduğunu gözlemliyorum. Şenol henüz otuz yedi yaşındayken sahip olduğu gerçekçiliğini yaşamının sonuna kadar, bedelini ödeyerek, korumayı başardı. İstanbul Bienali’nin ilk adımlarının atıldığı bir dönemi gözler önüne seren bu konuşmayı, biraz da bugün yüzleşmekten kaçındığımız sorunların, skandalların, başlangıç noktası olarak okumakta fayda var:
Şenol Yorozlu, Kadıköy'deki Atölyesinde, 18 Nisan 1987, Fotoğraf: Necmi Sönmez
Bu sergiye hangi değerleri taşıdığınız için seçildiğinizi biliyor musunuz?
Aslında düşünmedim. Beni seçmelerindeki kıstası bilmiyorum. Ülkesinde ve yurtdışında güncel dünya sanatına katkılarından ötürü bizleri seçtiklerini söylüyorlar. Bu sekiz Türk sanatçısı için geçerlimidir sorusunun cevabını sergide göreceğiz. Türk sanatçılarının dünya sanatının üretken temsilcilerinden oldukları söylenilebilir. Nitekim Baraz’ın son sergisi (Türk Resminde Modernleşme Süreci), İstanbul’un diğer metropollerden aşağı kalmadığını gösteren bir sergilemeydi. Jüriye beni seçtiği için teşekkür ediyorum. Bu sergide genç sanatçılara daha çok güveniyorum.
Serginin ana amaçlarından biri olan mekân değerlendirmesi sizce sanatçıları bağlıyor mu?
Hayır, kesinlikle bağlamıyor, zaten bundan önce çıkan yazılarda da bildirdim. Bize verilen yerlerde mekân düzenlemesine gideceğiz. Ortaya koyacağım çalışma resim dilimle ortak bir düzeyde olacak. Resimlerimde nasıl imaj varsa bu mekânda da hissedilecek. Hem tuval resmi, hem de ready-made’lerle kombine olacak. Bunu yapmamın amacı mekânın içinde var olan objeleri, kurna, musluk gibi, resimsel bir hale dönüştürmek için. Temel amacı izleyici, koleksiyoner gibi ilgili kişilere, yaşayan güncel gerçekliliği, plastik bir yorumla yeniden kurmak. Eleştiriye açılması ve de değişebilirliğini göstermek. Bunun yanında yapılacak olan en önemli vurgu, nasıl sanatçı belli bir süreç içinde değişebiliyorsa, onu izleyen, galeri, koleksiyoner, eleştirmen gibi çevrelerinde değişebilir olduğuna vurgulamak. Nasıl ki izleyici, koleksiyoner ve eleştirmenler sanatçılardan yeni şeyler bekliyor ve istiyorsa, sanatçının da bu üçgenden beklediği değişiklikler vardır. Sanatçının kendisini izleyen kesimlerden somut beklentileri vardır. Alışılmış tuval resminin dışına çıkılması ve bu alışveriş sırasında sanatçıya verilen paranın yerine oturtulması gerekli.
Şenol Yorozlu, İsimsiz 6, 1990
Sizce hamamdaki sanatçılar kendi aralarında bir diyalog kurdular mı?
Hayır, ancak bir araya gelme nedenlerimiz bazı toplantılar oldu. Bunun nedeni sergiye katılacak olan sanatçıların değişik zaman dilimlerinde İstanbul’a gelmesiydi. Ben İsveç’teki iki sergimi erteleyerek Şubat ayında İstanbul’a geldim ve hemen hamama gidip fotoğraflarını çektim; devamında değişik zamanlarda hamama tekrar gittim. Bizimle ilgilenen kuruma kendi el yazımla Nisan ayı içinde sergi ile ilgili çıkabilecek sorunları bildirdim. Vakıfta yapılan son toplantıda gördüm ki, diğer sanatçılarımızın sorunları, benim Nisan ayında gönderdiğim mektupla çakışıyor. Bu da mektubumun ciddi biçimde ele alınıp incelenmediği kanısını bende uyandırdı. Sergiye davetli olan sanatçılarla başka konumlarda bir araya geldik ve bu hamam sergisiyle ilgili olumlu ya da olumsuz fakat yüzeyde kalan konuşmalarımız oldu. Söz gelimi Galeri Baraz’a gittiğimde sergiye davetli olan Burhan Doğançay, bir gün öncesinden gelmiş, hamamı görmeden çalışmaya başlamıştı.
Peki, bu serginin amacına ters düşmüyor mu?
Evet, sanatçıların kendi meselesine de ters düşüyor. Çünkü Mimar Sinan Hamamı çok özgün bir yapıt, sanatçılardan ciddi yaklaşım bekliyor.
Bu etkinliğin maddi bilançosu nasıl?
Bize vakıfça 750.000 lira verildi. Ama giderlerimiz elbette bu rakamın çok üzerinde, benim İsveç’ten kalkıp gelişim, İstanbul’da kalışım, aldığım malzemeler bu miktarın çok çok üzerinde. Yazdığım mektupta, ilk bakışta hamama çekilen sekiz sanatçının fazla olduğunu vurguladım. Bence en fazla dört, en az iki sanatçıya verilmeliydi bu mekân.
Şenol Yorozlu, Milyonluk yemek 2, 1983
Bu sergilerde Türk sanatçılarının uluslararası ortamla sağlıklı bir iletişim kuracağına inanıyor musunuz?
Hayır, çünkü olayın başlangıcında durumun avantajı yabancı sanatçılara verilmiş. Aya İrini atmosfer olarak buna çok uygun. Türk sanatçıları hamamda büyük bir riske sokulmuştur. Mekânın sergileme zorlukları, akustiği ve izleme esnasında çıkacak sorunlar var. Mekânın her birimine bir kapıdan giriliyor ve dolayısıyla bu izleme sırasında bir grubun girmesini, öbür gurubun onların çıkmasını beklemeye itecek. Bu sergi sırasında izlemeyi en çok zorlayacak faktörlerden biri. Belki de tersi yapılabilirdi. Türklere Aya İrini verilebilir ya da iki sanatçı gurubunun aynı mekânda sergileme yapması sağlanabilirdi. Eğer yabancı sanatçılar lütfeder hamama gelirse, seçilen sekiz Türk sanatçının neler yaptıklarını görürler. Karşılaştırmayı benim değerlendirmem beklenemez. Söylediklerim sübjektif kalacaktır. Yukarıda da değindiğim nedenlerden ötürü karşılaştırmada sayın eleştirmenlerimizden bunu kavramalarını ve vurgulamalarını bekliyorum. Kıstaslar göz önünde tutulmalıdır.
Bu sergi Türkiye’nin sanat ortamıyla bir hesaplaşma içine girebilecek mi?
1982’den beri açtığım sergilerde bu tavrımı sürdürüyorum. Ben pazar için resim yapmıyorum. Bunu yeniliyorum. Bu sergide bana ayrılan yerde, üçgeni oluşturan olgulara (alıcı-galeri-eleştirmen) aynı soruları soracağım ve aynı içtenlikle cevap bekleyeceğim.
Opmerkingen