Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında geçtiğimiz 29 Eylül’de 80. yaşını alan sevgili sanatçı Seyhun Topuz var
Yazı: Necmi Sönmez
Seyhun Topuz, 2017, İstanbul, Fotoğraf: Necmi Sönmez
29 Eylül yaşayan en önemli heykel sanatçılarımızdan Seyhun Topuz’un 80. doğum günüydü. Bugüne özgü kaleme aldığım yazıyı teknik nedenlerden ötürü kaybedince, hem yeniden kaleme almakta, hem de arşivimdeki Seyhun Topuz belgelerine ulaşmakta epeyce zorlandım. Açık olmam gerekirse dijital olarak tuttuğum arşivin geri kazanılması için epeyce zaman ve emek harcayacağımı öğrendikten sonra yaşadığım zor zamanlar sırasında sevgili Seyhun’un doğum günü için her koşulda yazmayı kafama koydum.
Seyhun’u farklı, tekil yapan onun her koşulda Seyhun olması ve sanatsal inançlarından hiçbir zaman taviz vermeden mücadelesini tek başına sürdürmesidir. 29 Eylül 1942’de Balıkesir’de doğan Seyhun Topuz’un çocukluğu ve ilk gençliği Cumhuriyet ideallerine bağlı kitapsever bir ailede geçer. Babasının ısrarı üzerine Hukuk eğitimine başlasa da, gönlünde yatan heykel eğitimine 1963’te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde başlar. Bir genç kadın düşünün ki Akademi’nin Resim Bölümünü değil de, en zor, belki de hiç beklenilmeyen heykel bölümünün sınavını kazanarak zorlu bir yolculuğa çıkmayı göze alıyor. Akademi Heykel Bölümü o yıllarda tam bir cadı kazanı. İlhan Koman 1958’de arkasına bakmadan Brüksel üzerinden Stockholm’e gitmiş. Hadi Bara o eğitime başladığı sırada emekliye ayrılmış. Bölüm Zühtü Müritoğlu, Hüseyin Gezer’in eğitim anlayışına teslim edilmişti. Bu koşullar altında Seyhun, kendi kuşağının diğer üyeleri gibi kendi yolunu içgüdüleri, sezgileri ve kalbinden gelen seslerle buldu. Figürle başlayan sanat serüveninde öğrenciliğinden itibaren başarılı olmuş, yaptığı büstler (Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’deki Dr. Kazım İsmail büstü olmak üzere) değişik kurumların koleksiyonlarına girmişti. Onun 1970’li yıllardaki çalışmalarındaki ilk sıçrayışı, hocalarının, yakın arkadaşlarının tersine “geometrik soyutu” seçerek bu alanda cesurca mücadeleye başlamasıdır.
Seyhun Topuz, Melike Abasıyanık, Can Alkor, Bilge Alkor, Candeğer Furtun, 2016, Fotoğraf: Necmi Sönmez
1971’de Akademi’den mezun olduktan sonra Cumhuriyet’in 50 yılı kapsamında teşvik edilen sanatçılardan biri olarak gerçekleştirdiği ilk soyut heykeli 4. Levent semtinde ancak iki-üç yıl kamusal alanda durabilecekti. 1977’de Heykelde Işık ve Saydamlık konulu teziyle akademik yeterliliğini tamamlasa da 1978’de Akademi’de asistanlık görevinden ayrılarak ikinci kere gemilerini yakan Seyhun’u zor yıllar beklemekteydi. Heykel sanatçılarının Atatürk heykelleri, büstler yaparak yaşama mücadelesi verdiği bir ortamda o, ne herhangi bir anıt yarışmasına katılmış, ne de figüratif çalışarak el becerisini görücüye çıkarmıştı. Ama Seyhun’u Seyhun yapan da buydu, o kafasına koyduğu tarzda “geometrik soyut” alanında çalışarak üçgen, kare, daire ve küp formlarının arasındaki ilişkilerde kendi iç sesini keşfederek biraz da gözlerini kapatarak ilerledi. New York’ta geçirdiği 1978-80, 1983-84 yılları ona kendisinin nerede durduğunu gösterdi. O kendisine özgü inadıyla “yerleştirmeler” çağında da, installation kavramına yönelmeden form üzerine düşünerek, tüm enerjisini yoğunlaştırılmış geometrik soyut üzerine topladı. Garip olan, figürasyonun en alengirlisini yapacak yeteneğini kullanmayan, “yerleştirme” kavramının karşılığını Bauhaus’tan beri takip edecek bilgisine rağmen onu da kendisine yakın bulmayan Seyhun’un beklenilmeyen bir inançla sergiler açarak hiçbir destek olmaksızın burnunun dikine gitmesidir.
Seyhun Topuz sergisi, Galeri Nev, 2017 İstanbul, Fotoğraf: Necmi Sönmez
1987’de 1. İstanbul Bienali’nde ilk kez işleriyle karşılaştığımdan itibaren Seyhun’un heykellerinin farklılığını duyumsamıştım. Zaman içinde kişisel sergilerini takip ederken onun geometrik formlara olan köklü ilgisinin nedenlerini sorgulamaya başladım. Demirin yanı sıra, taş, pleksiglas, nadiren de ahşap malzemeleriyle soyut anlatım dilinin peşinde taviz vermeden ilerlemesi, el emeğine dayalı üretim titizliğiyle birlikte ele alındığında onun ne kadar zor, hatta imkânsız denilebilecek bir sanatsal duruşu sahiplenmesi Çağdaş Heykel Sanatımız’da tekildir. Sanatsal gelişme elbette belli birikimler üzerinde gelişir. Hadi Bara’nın başlattığı, İlhan Koman, Kuzgun Acar’la gelişen çizgiye eklemlenen bir sanatçı olarak Seyhun son derece önemli bir geleneğin kuşaklararası noktasında durur. Akademi ona hak ettiği profesörlüğü tanımamış olsa da Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünde uzunca bir süre ders veren Seyhun burada Burak Bedenlier, Evren Erol gibi genç sanatçıların yetişmesini sağlayarak kendi tecrübesini bir sonraki kuşağa aktarabilmiş ender sanatçılardan biri olarak da sorumluluk sahibi olduğunun altını çizmiştir.
Seyhun Topuz, Necmi Sönmez, 2017, Fotoğraf: Ercan Topuz
1971’deki mezuniyetinden günümüze dek uzanan elli yıllık süreç içinde Seyhun’un üretimi hem hakkında kapsamlı bir retrospektif sergiyi, hem de detaylı bir monografik kitabı hak ediyor.
İyiki doğdun sevgili Seyhun!
Commenti