top of page

YEL, TOZ, PORTRELER: Zorba'ya ağıt

Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısı İlhan ve Füsun Onur’un yakın zamanda aramızdan ayrılan biricik kedileri Zorba'nın anısını onurlandırıyor


Yazı: Necmi Sönmez


Füsun & İlhan Onur kedileri Zorba ile, Kuzguncuk, 2012, Fotoğraf: Necmi Sönmez


Daha önce yaratıcı kişiler hakkında yazı yazdığım bu dizide bu kez gönül çelen bir kedi olan Zorba’ya ağıt olarak hazırladığım bir metin var. İlhan ve Füsun Onur’un kedileri olan Zorba’yı Kuzguncuk’taki aile ocağına adım attığından beri tanıyordum. Vefat ettiğini öğrendiğimde üzüldüm. Onun Füsun’un sanatında derinlere inen bir imge yumağı, varlığıyla Füsun ile İlhan’ın hayatına anlam veren bir can olduğunu düşünüyor, onun hakkında yazmak istiyordum. Ama nereden, nasıl başlayacaktım? 


2 Nisan 2022’de İlhan Onur’un vefatından sonra 9 Mayıs 2024’te Zorba’nın evden ayrılması Füsun’u o kadar derin bir acıya gömmüştü ki, 23 Mayıs’daki ziyaretimde fazla konuşamadık. Kayıpların ardından giderek daha da sessizleşen yalının tahtalarına vuran rüzgârı, rıhtımı sürekli döverek dalgaları sanki daha kesin olarak duyuyordum. Bu keder dolu zamana katlanmanın, onu anlamdırmanın tek yolu, Zorba ile geçen günlerimizi anmaktı. İlhan ile Füsun’un Kadıköy’de, Kuzguncuk’ta yaşamlarına ortak olan kedilerin özelliklerini içeren bir liste üstüne çalışıyordum. Ama o gün bu ve buna benzer konulara girmedik. Ama bu kedilerin varlıklarının Füsun’un çalışmalarında süren yenileşmeler, en beklenmedik imgesel çıkışlarla yakından ilgili olduğunu biliyordum. Kediler, Füsun için iç ve dış dünya sorunsallarına karşı görsel yanıtlarının toplandığı, yeni atakların hazırlandığı bir esinlenim kaynağıydı. Onların varlığı Füsun için öznel algılayışı, bakışı, nesnelerin dünyasından kopuşu, imgesel oluşun varlığını tetikliyordu. Kedici olarak bilinen Füsun’un bu güzel yaratıklara olan yakınlığının sanatına olan katkıları hakkında fazla bilgi yoktur. O yüzden Zorba’ya ağıt olarak kaleme aldığım bu yazıda, Füsun’un sanatında konu ve tema olan kedilerin onun yaratı evrenindeki öznenin görsel süreçten dışlanması, yeni ve farklı dünyalara geçişin köprüsü olduğu hakkında geliştirdiğim birkaç düşünceyi kaleme almak istiyorum. 


Kediler, özellikle de Zorba, Füsun için duygusal algılama ile öznel yanılsamanın birlikte sahne aldığı alanı açıyor. Dolayısıyla görsel imge üretimi ile düşünme arasındaki tuhaf yakınlaşma onun çalışmalarına sistematikleşen bir ilişki zenginliği katıyor. Füsun’u tanıyanlar onun sistematikleşme ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını iddia edecekler. Ama onun üstünü kapatarak örmüş olduğu imge üretiminde kedileri üzerinden kurguladığı kavramsal-duygusal bir zincir var ki, bunu ortaya çıkarmak için Zorba’ya ağıtı kaleme alıyorum. 


Füsun Onur, Tekir'e Ağıt, 2009-12, Fotoğraf: Murat Germen


Füsun Onur’un uluslararası sanat ortamına çıkması, hiç kuşkusuz Carolyn Christov-Bakargiev’in düzenlemiş olduğu 13. documenta sergisine davet edilmesidir. 2012’de Kassel’deki bu önemli etkinliğe bir tekstil heykeliyle katılan Füsun aynı yıl İstanbul’da bir galeride Tekir’e Ağıt isimli yerleştirmesini sergiler.


Füsun’un belli temalar çerçevesinde ilerleyen uzun, yalnız sanat serüveninin en keskin virajlarından biri de documenta çalışmasıyla Tekir’e Ağıt’tır. Bu çalışmalar kedilerin Füsun’un mitoloji dünyasının baş özneleri olduğunu ortaya çıkarır. Onun dünya ile kurduğu ilişkide “kedilerinin” varlığı imgesel olarak insanların, nesnelerin de ötesine geçer. Hayatını şekillendiren ilişkiler ağında kediler kendilerini özne olarak gösterirler. Ama burada formlaşan, cisimleşen olgular Füsun’un görsel bilincindeki ağırlıklarını doğrudan ele vermezler. Aksine kedilerin aracılığıyla her çalışmasında bir tür şiirsel öznellik, yaratıcı, soyutlayıcı yetinin tetiklenmesi görevini üstlenir.


Füsun Onur, İsimsiz, MAK Müzesi Viyana Halı Kolleksiyonu için yerleştirme, 2013, Fotoğraf: Georg Mayer

Bunun için 2009’ta ölen kedisi Tekir’e yakılan ağıt, Füsun’un “bakmak” fiilini aslında formların özüne yönelik algılama olarak yorumlamasıyla, bu sayede keskin, içe dönük bir “cisimleştirmeyi” geliştirmesiyle yakından ilgilidir. Burada Tekir bir yansıma alanı olarak onun kavramsal sanat anlayışında kesin bir özerklik ve dışa yönelik tüm göndermelerden uzak “iç evrenin” kurgulanmasıyla da yakından ilgilidir. Çok iyi hatırlıyorum, 2009’da ağır geçen hastalık döneminden sonra vefat eden Tekir’den sonra İlhan ve Füsun bir daha kedi almamaya karar vermişlerdi. Tekir’e Ağıt, beş farklı tekstilden oluşan, dantel tekniğinin adeta kolaj yapılırcasına kullanılarak oluşturduğu bir yerleştirmeydi ve ancak üstlerine ışık geldiğinde gölge olarak duvarda beliren formlarla son hâlini alıyordu. Tekir’i Onur’ların evinin farklı köşesinde hareket ederken gösteren bu çalışmada formlar, aslında görünürlüğü sınırlı gölgelerle gündeme geliyorlardı. Füsun gölgeleri şekillendirirken, yaşamı ile çalışmasını bütünleştiren estetik olgunun ayrıcalıklı tasarımını yaparak dışından içeriye doğru ilerleyen imgesel varoluşun sınırlarını çiziyordu. İşte tam bu sırada Viyana’daki MAK/Museum für angewandte Kunst’un dünyaca tanınmış halı koleksiyonuna özel bir çalışma gerçekleştirdi. Her ne kadar “isimsiz” olarak tanımlasa da bir meleğin temsil edildiği bu çalışma, tıpkı Tekir’e Ağıt’ta olduğu gibi gölgelerin varlığıyla kendisine özgü bir cisimleşmenin öznesidir. Yüzyıllar boyunca kadınlar tarafından dokunmuş olan halıların tam tepesinde beliren bu güzel kanatlı melek, nesnenin değil imgenin kurgulanmasıyla oluşmuş, “fani bir kişilikti”. Bu çalışmayı gördüğümde meleğin kanatları kadar belindeki kuşak ve çiçek demeti ilgimi çekmişti. İlhan ile Füsun’un komşusu olan Sara Okçu, 1980’lerde Füsun’dan resim dersi almaya başladığında biraz ilerleyince Füsun’dan eski usulde olduğu gibi, hocası olarak ona kuşak takmasını istemişti. İlhan ve Füsun’un hazırladıkları kuşak törenle Sara Teyze'nin beline takılmış ve onun da kendisini ressam sayabileceği, imza atabileceği konuşulmuştu. Bu töreni sessizce izlemiştim. Yıllar yıllar sonra Viyana’da meleğin belindeki kuşak aslında Kuzguncuk’un efsanevi sakini Sara Okçu’nun izini taşıyordu. 


Füsun bu gerçekten alımlı çalışmasında yazılarını öğrenciliğinde beri okuduğu Walter Benjamin’in Paul Klee’nin aynı isimli suluboyasından esinlenerek geliştirmiş olduğu Angelus Novus yorumunda olduğu gibi meleği dinsel, geleneksel anlatılardan kurtarıp yeni bir varoluş biçimi olarak yorumlar. Benjamin 1921’de satın aldığı Klee resminden çıkışla Neuer Engel kavramını geliştirir. Walter Benjamin’in Engel der Geschichte olarak yorumladığı bu resim, onun 1940’ta kaleme aldığı Über den Begriff der Geschichte yazısının da çıkış noktasıdır. Füsun da kendi yaşantısıyla, dünyaya bakış açısıyla kurguladığı meleğini simgecilikten sıyırarak imsel bir damıtmayla şekillendirmişti. Bence bu melek, Tekir’e Ağıt çalışmasının içinden çıkmış, tüm benzetmeci, anlatıcı formlardan uzaklaşmış yapısal bir tasarım olarak sublime kavramının karşılığıdır. Füsun, elli yıldan fazla çalışarak varmış olduğu yalınlığın çıkış noktasını şöyle ifade eder: “Her iki boyutu üç boyuta aktaran şey sanat olamaz. Sanatçı birçok katlardan oluşan bu yapıyı kendi iç dinamikleriyle işleyerek, karşılayarak karmaşık bir süzgeçten geçirerek kurar onu. Oysa bir anda oluvermişcesine basit gözükebilir izleyicisine.” Hem Tekir’e Ağıt, hem de bu melek barındıkları “oluvermişcesine basitlikle” şekillenirken aynı zamanda İlhan ve Füsun’un hayatına yoldaş olarak katılan farklı bir güzelliğin, Zorba’nın izlerini taşırlar. 


Füsun Onur, İsimsiz, 2013, MAK Müzesi Viyana Halı Kolleksiyonu görünümü, Fotoğraf: Rupert Steiner


2012-2013 yıllarında biri büyük diğer küçük iki kedi Kuzguncuk’taki yalının ön bahçesine bırakıldı. Büyük kedi mamaları silip süpürdükten sonra gidiyor, küçük olan ise açlığını dile getiren miyavlamalarını sürdürüyordu. Bunu gören İlhan ile Füsun bu yavruyu beslemeye başladılar. Evin demir parmaklarından ayrılmayan bu yavru artık beslenme saatlerini de öğrendiği için bir şekilde hayatını sürdürüyordu. Ancak ağır soğukların başladığı 2013 Kasım ayında Füsun bu vahşi yavruyu yalının taşlığına çekerek içeriye almayı başardı. Bir gün, bir gece kapalı tutulduğu yerde dört dönen, ortalığı altüst eden yavru kedi, dolabın kabaklarını açmış içinde ne varsa yoksa yere fırlatmış, Füsun’un Atatürk için yapmış olduğu heykelinin üzerine oturup beklemeye başlamıştı. Bu sayede eve, İlhan ile Füsun’a alıştı. Ortalığı birbirine katan hınzırlığı nedeniyle Zorba ismini aldıktan sonra onu ilk gördüğümde biraz şaşırmıştım. Kedilerin yüzlerindeki simetriden eser olmayan suratı, çelimsiz vücudu, ip gibi incecik kuyruğuyla çok farklı bir görünüşü vardı. İlhan ve Füsun üzülmesin diye ona çirkin bir şey bu galiba demedim. Ancak veterinerdeki ilk kontroller ve düzenli beslenmeyle kısa sürede güzelleşti ve adeta bir aslan parçaı oldu Zorba. Yavaş yavaş İlhan ve Füsun’u kendisine bağlamayı başardığı gibi, daha önceki kedilerde olmayan bir zekilikle misafirleri tanımaya, onlarla konuşmaya da başladı. Ağzının tadını biliyordu. Ona getirdiğim çubuk şeklindeki mamaları büyük bir iştahla yerken, patisini bacağıma koyup teşekkür eder, kafasını okşamama müsaade ederdi.


Füsun Onur, El yazisi, 1980'ler, Necmi Sönmez Arsivi

2015’in sonbaharındaki ziyaretimde üstümdeki beyaz gömlek yüzünden beni görür görmez ortadan kayboldu. Füsun, “seni veteriner sandı” deyip bu davranışını açıkladı. Kahve hazırlamak için içeride olan İlhan odaya geldiğinde Zorba tekrar evde kendisine ayrılan koltuğa uzanmıştı. Gel zaman git zaman kilo alması, eski hareketliliğini ona kaybettirdi. Değişen formuyla onu oturan bir Buda heykeli gibi görmeye başladım. Gözleri, bakışları yaşı ilerledikçe daha da insanlaşmaya başladığı için artık onun yanında konuşmalarımıza da dikkat ediyorduk. Çünkü yalının alt katında, Füsun’un atölyesinde başka bir kız kedinin, sarışın Lolita’nın, varlığını kesin kez duyumsamıştı. Lolita adı geçince başını çevirmeye başlamasını hayretler içinde izliyorduk. İlhan hastalanınca onun yanından ayrılmayarak güç vermeye, patisiyle onu okşamaya başlaması bizi çok şaşırttı. İlhan’ın gökyüzüne çıktığını da Füsun’a haber veren o olmuştu. Geçen yıl İlhan olmaksızın onları ziyaret ettiğimde eski Zorba’dan iz kalmamıştı. Füsun’un gözlerinin içine bakarak ona aşkını her fırsatta ilan etmesi nedeniyle onları bir çift olarak düşünmeye bile başlamıştım. Sevgili Özlem Altunok’la yaptığı bir konuşmada kedileriyle olana ilişkisini anlatan Füsun’un güzel cümleleriye Zorba’ya veda ediyorum:


Zorba ve Füsun, 2020, Fotoğraf: Evrim Altug

“Zorba hâlâ burada, 7-8 yaşına geldi. Bizi son yoklayan ise sarı Lolita oldu. Lolita birden bitti kapımızda. Düzenli yemek vermeye başladık ama ara ara kaçıyordu. Sonra kışın komşu bizim bahçede bir yer yaptı, orada kalıyordu. Geçen kış sert bir dolu yağmıştı, o günlerde ortalık yıkılınca bulamadık, yerini değiştirmiş diye düşündük. Meğer aşağıya, atölyeye geçmiş. Bir gün baktım atölyedeki heykellerin arasındaki bir rafa saklanmış, kıvırta kıvırta çıktı. O zamandan beri üst kat Zorba’nın alt kat Lolita’nın. Birbirlerine alışmadılar. Zorba yaramaz, ortalığın altını üstüne getirir. Aşağıdaki ise çok terbiyeli, hiçbir şeyi dağıtmaz. Duvardaki fotoğraftaki de Tonton. İlkokul yıllarımın kedisi. Van’dan getirmişti komşularımız, peşime takılıp duruyordu, omzuma atlar gezerdi, öyle olunca bize verdiler. Şu büfenin parmaklığında yürür, annemden bisküvi isterdi. Şu anda iki kedi var ama çok kedi geçti buradan. Güzel Kız, Mahmut, Sarman, Tonton…


Yazının hazırlanmasında katkısı olan kişilere teşekkürü bir borç bilirim: Ağah Uğur, Ayça Okay, Ayşe Umur, Ayşegül-Doğan Karadeniz, Evrim Altuğ, Sandra Hell-Ghignone, Süreyyya Evren, Leyla Pekin. 

Comments


bottom of page