Hayal İncedoğan’ın Yalnızlık Çağı Vol.I başlıklı sergisi Anna Laudel Düsseldorf’ta izleyiciyle buluştu. Sanatçıyla serginin hikâyesini ve kavramsal çerçevesini konuştuk
Röportaj: Merve Akar Akgün
Hayal İncedoğan, Stüdyosunda
20. yüzyıl sonunda başlayan ve 21. yüzyılda devam eden “disiplinlerarası” bakış açısı ve yorumlayış biçimi sanatın olmazsa olmazı haline geldi. Bu bakış açısını ve yorumlayış biçimini sizin sanatınızda da görmek mümkün. Bize disiplinlerarasılığın sanat pratiğinize olan etkilerinden söz etmeniz mümkün mü?
Multidisipliner bir anlayış, sanatı bir bütün olarak düşünmek ve ele almakla ilgili. Bugün sanat nesnesine “eser” değeri veren şeyin; sıra dışı bir yaklaşım ve çağdaş bir önerme ile birlikte onu orijinal kılan bir ifade biçimiyle mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Benim üretimlerim zaman içinde tuval resminden yola çıkarak farklı materyallere evrildi. Ama bu süreç sadece biçimsel değil aynı zamanda içerikle birlikte gelişti. Belli anlam katmanları ve farklı disiplinlerden ödünç alınan kavramlarla şekillendi. Bu hem eklektik bir yapı hem metinlerarası düşünceyle ilişkilenen bir tavır. Çocukluğumdan gelen meraklarımla müzik, edebiyat ve sinema gibi farklı alanların etkisiyle bir birikimim oluştu zamanla. Üniversitede öğrenciyken de klasik resim eğitimi alıyor olmama rağmen daima farklı tekniklerle çalışıyordum. Her defasında algımı ve sınırlarımı bir adım öteye taşımak beni heyecanlandırıyordu. Hem bir sanatçı hem izleyici olarak da refleksim görünenin ardında olanı sorgulamaktı her zaman. Üretim anlayışımı; içeriğe eşlik eden ve sınır gözetmeyen bir yorumlamadan yola çıkarak orijinal bir dil ortaya koymak şeklinde tarif edebilirim. Tabii burada kişisel bakış açıları ve sentez yeteneğinin payı büyük diye düşünüyorum.
Hayal İncedoğan, Yalnızlık Çağı Vol.I, Fotoğraf: Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023
Referans aldığınız alanlar ve düşünceler nelerdir? Bu alan ve düşünceler çalışmalarınızla nasıl bir ilişki kuruyor ve çalışmalarınızın izleyici tarafından okumasına ne şekilde katkıda bulunuyor?
Aslında yazmak, kendimi ifade etmekle ilgili bana kapılar aralayan ilk mecraydı. Bu nedenle yazma eyleminin kendisini sergilerin bir parçası olarak düşünmek beni heyecanlandırıyor. Mekâna metinler yerleştirmenin de hem görsel hem düşünsel açıdan katmanlı bir yapı sunduğunu düşünüyorum. Bu metinler didaktik ve tanımlar içeren metinler değil kesinlikle, daha çok edebi metinler, sizi serginin konu ettiği düşüncenin içine davet eden metinler.
Bu sergi için mekânın girişine Theodoros Angelopoulos’un 1998 tarihli Sonsuzluk ve Bir Gün isimli filminde geçen bir monolog yerleştirmek istedim. Projenin bütünüyle ilgili bir giriş veriyor izleyiciye.
Aynı zamanda John Berger’in Katarakt isimli kitabından da belli referanslar var sergi mekânında, resimlere eşlik ediyorlar. Tuval resimlerini üretirken, özellikle ışık teması ve cam üzerine düşünürken Berger’in kitabı çok yakın bir yoldaştı bu süreçte. Görme eyleminin kendisini felsefi sorularla ele alış şekli bu serginin temel dinamiklerini oluştururken üretimime katkı sağladı. Sergilerde metinleri bütünün bir parçası olarak mekâna yerleştirmeyi seviyorum. İzleyiciyle konuşur gibi... Bahsettiğim şeyin altını daha belirgin çizdiğimi düşünüyorum bu sayede. İşlere eşlik eden, bazı ipuçları veren işaretler gibi... Küçük notlar ya da mektuplar gibi...
Hayal İncedoğan, Yalnızlık Çağı Vol.I, Fotoğraf: Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023
Anna Laudel Düsseldorf’taki ilk kapsamlı serginiz olan, küratörlüğünü Ekrem Yalçındağ’ın üstlendiği Yalnızlık Çağı Vol I.’in ortaya çıkış sürecinden bahsedebilir misiniz?
Aslında her sergide temel olarak belli bir düşünce veya duygudan yola çıkıyorum. Bazen bir şarkı sözü, bazen tek bir kelime yetiyor bana. Hikâyeleri oluyor projelerin ve özellikle teoriden beslenen belli bir çerçeve içinde gelişiyor süreç. Kişisel olarak kendimden yola çıktığım ama mutlaka yansımasının bir başkasında da olabileceğini düşünerek paylaşmaya değer bulduğum bir konu üzerinde çalışıyorum çoğu zaman. Yalnızlık Çağı; özellikle 21. yüzyıl başından bu yana geçen süreci ele alan, belli insan davranışları ve alışkanlıklarına, yaşam biçimlerine farklı bir bakış açısı sunan, dolayısıyla sosyolojik, politik ve psikolojik etkilerle şekillenen bazı konulara değiniyor. Bu yüzyıla ait yeni bir çağ tasviri öneriyor. Bunu yaparken de referansını geçmişten alarak hem sanat tarihi hem dünya tarihinin içinden geçtiği ve iz bırakmış bazı akımlara ve dönemlere işaret ediyor. Bir tür zamansal harita çizerek, kendini tarihsel skalada konumlamaya çalışıyor. Öncelikle bugünü düşünürken, zihnimden geçen bir tanım olarak Yalnızlık Çağı’nı, tüm benliğimde hissettiğim andan itibaren başladı süreç. İki belirgin çıkış noktası vardı serginin, biri afiş görseli olarak kullandığımız ve 19.yy a ait Baccarat kristali bir vazo, diğeri ise Angelopoulos’un Sonsuzluk ve Bir Gün isimli filmi. Bu noktadan sonra ise insan, kristal ve yeryüzü arasındaki özel bir ortaklık üzerinden diğer işleri geliştirmeye başladım.
Hayal İncedoğan, Yalnızlık Çağı Vol.I, Fotoğraf: Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023
Çalışmalarınızda üzerinde durduğunuz konuların güncelliğini koruyan konular olduğunu görüyorum. Anna Laudel Düsseldorf’taki serginizde değindiğiniz nokta da tam olarak bu; yeni bir çağ olarak Yalnızlık Çağı. 21. yüzyılı bir “yalnızlık çağı” olarak nitelendiriyorsunuz, çalışmalarınızı da Türkiye’de ve dünyadaki bu hızlı dönüşümlerin meydana geldiği ve insanları da psikolojik olarak etkileyen, hepimizin içinde olduğu bu yeni çağ üzerinden kurguluyorsunuz. Sanıyorum bunu Theo Angelopoulos’un Eternity and a Day (1998) filminden yapmış olduğunuz alıntı; Someone who loved loneliness, just like me… de anlatıyor. Yalnızlığın böyle bir çağda hepimiz için kaçınılmaz bir yanı var. Ancak bir de sizin bu çağı tanımlayışınızı ve çalışmalarınızdaki görünürlüğünü konuşmak istiyorum.
Yalnızlık, bugünün dünyasında üzerine konuşmaya değer bir konu diye düşünüyorum. Üstelik çok farklı noktalardan okuyabilirsiniz bu kelimeyi, mental fiziksel ya da duygusal açıdan. Bu farklılık bile başlı başına bir sergi konusu olabilir diye düşünüyorum. Çünkü her biri ile kastettiğiniz şey belli anlam ayrımlarına yol açıyor. Farklı dillerde bu kavramları işaret eden farklı sözcükler bile türetilmiş. Örneğin solitude kelimesi İspanyolca’daki soledad’tan geliyor. Birinin yokluğundan kaynaklanan yalnızlık hissi, ona duyulan özlem anlamında. Ya da kalabalıkların içinde duyduğunuz yalnızlık hissi mesela...Hepimiz aşinayızdır ama herkeste farklı şekilde karşılık bulur.
Aynı zamanda yakın geçmişteki tarihsel olaylar ve bugünü düşünerek oluşturulan bir kurgu var sergide. Ben her sergiyi bir film projesi gibi ele alıyorum. Bu projedeki üretimleri tek sergiye sığdıramayacağım için de Volume I ismiyle adlandırdım. Aynı zamanda sembolik anlatımlar söz konusu sergide. Cam ve ayna gibi geçirgenliği olan ve kavramsal nitelikleriyle düşünüldüğünde farklı noktalara referans veren materyaller var. Örneğin ayna işlerin sergideki varlığı, karşısına geçtiğiniz anda hem sizi içine alan hem zaman kavramına işaret eden bir dördüncü boyut düşüncesi taşıyor olmaları aynı zamanda.
Hem bu coğrafya hem dünyaya baktığımızda günlük yaşamda karşılaştığımız sıradan gibi görünen belli nesnelerden yola çıkarak cam ve kristali sembolik anlamlarıyla ele alıyorum. Sergi için ürettiğim ve afiş görseli olarak kullandığımız tuval resmi 19. Yy ait Baccarat kristali bir vazo. Hem aydınlatma unsuru olarak hem dekorasyonda kullanılan bu eşyalar aynı zamanda uzun süredir üzerinde çalıştığım motif kavramıyla konuşuyorlar. Motifi de aslında hem doğu hem batı dünyası arasında sentez yaratan ortak bir dil olarak tarif etmeye çalışıyorum. Geleneksel yapıları ve dünyayı algılayışları tamamen farklı olan bu iki kültürün detaylarda okunabilecek ortak noktaları mevcut. Birbirini eksik parçalarıyla tamamlayan bir bütün gibi düşünüyorum. Bu düşüncelere ayna tutmaya çalıştığım katmanlı işler var sergide.
Hayal İncedoğan, Yalnızlık Çağı Vol.I, Fotoğraf: Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023
Sergide farklı alanlar dışında farklı zaman dilimlerinden de beslendiğinizi söyleyebiliriz. Bugünü anlatırken önceki zamanlardan veya akımlardan hangilerini ilham olarak aldınız? Özellikle bu akımları/dönemleri duygu ve estetik açısından incelersek bugünle nasıl bağlantı veyahut tezatlık bulabiliriz?
Yalnızlık Çağı Vol.I iki basamaklı bir sergi serisinin ilki. Hem Türkiye hem dünya tarihinin farklı dönemlerine işaret eden tarihsel referanslar var sergide. Özellikle işlere dikkatli bakacak olursanız romantizm ve klasisizm gibi akımların etkilerini görebilirsiniz. Benim üretimlerim uzun zamandır belirgin şekilde romantik akımın izleri taşıyor. Ve kendimi bu yüzyılda kelimenin tam anlamıyla bir “yeni romantik” olarak tarif edebilirim. Romantizm düşüncesi dönemi itibariyle edebiyattan mimariye, resim sanatından şiire kadar tüm disiplinleri etkilemiş bir yaklaşım. Ama bugünün dünyası için bu söylemin son derece sıra dışı olduğunu söyleyebiliriz. Bu kontrastı farklı bir tavırla ve bir tür gerilla gibi kullanıyorum aslında sergide. Örneğin klasik geleneğin vazgeçilmezi olan ağaç oyma ve altın varaklı çerçeve motifini sergide içi kurşun darbeleriyle kırılmış bir ayna ile görüyorsunuz. Hem benimseyen hem karşısında duran bir tavırla. Hem bugüne ait hem değil ve lineer sandığımız zaman çizgisini dalgalandırarak. Aynı zamanda Alman ve İtalyan Baroğu’nun iki usta isminden Bach ve Vivaldi’nin eserlerinden esinli çalışmalar var. Müzik vurgusu serginin birçok yerinde tekrarlanıyor.
Hayal İncedoğan, Yalnızlık Çağı Vol.I, Fotoğraf: Katja Ilner, Anna Laudel Düsseldorf, 2023
Sergide “tekrar” bağlamında “leitmotiv”, “motif” ve “ışık” kavramları dikkati çekiyor. Leitmotiv disiplinlerarası bir kavram, çalışmalarınızda motiflerin tekrarı ve müzikle olan ilişkisi işitsel ve görsel anlamda bir bütünlük oluşturuyor. Tekrarlanan şeylerin en çok üzerinde durduğunuz şeyler olduğunu söyleyebilir miyiz?
Ritim ve tekrarı, temel araştırma konum olan motif düşüncesinin bir uzantısı olarak ele alıyorum. Tekrar ile şekillenen bir motif düşüncesi de özellikle fotoğraf ve ayna işlerde görünüyor. Aslında zaman kavramını da bu şekilde düşünebiliriz. Leitmotif düşüncesi Wagner ile opera ve müzikte karşımıza çıkan bir yaklaşım. Daha sonra etkileri edebiyat ve farklı disiplinlerde de görünüyor. Wagner, o gün için opera ve müzikte devrim niteliği taşıyan bir tavırla, müziğindeki karakter ve kavramları işaretleyen bir rehber gibi ele alıyor müziği. Ben de motifi benzer şekilde kullandığımı söyleyebilirim işlerimde. Bu konuda bir sanatta yeterlik tezi hazırlıyorum şu anda.
Işık teması ve camın ışıkla kurduğu diyaloğu, tekrar ve ritimle birlikte ele alınınca daha çarpıcı bir yere doğru evrildi. Bu konuda yeni üretimlerim devam ediyor. İkinci serginin bu konuda çoklu anlatımlar taşıdığını söyleyebilirim.
Yalnızlık Çağı Vol I. sergisindeki video, yerleştirme, tuval çalışmalarınızdan ve bunların kurduğu bütüncül anlatımdan kısaca söz edebilir miyiz?
Ben işleri materyal olarak birbirinden ayırmıyorum hiçbir zaman. Hepsi aynı şeye, belli bir düşünceye, duyguya hizmet ediyor benim için. Bütüncül bir tavırla yaklaşıyorum. Tuval resimleri oldukça zorlu ve mesailiydi. Çünkü geçirgen olan bir malzeme olarak kristali ve resmedilmesi oldukça zor olan ışığı konu alıyor. Cam ve kristalin yansımaları, ışık kırılmaları aynı zamanda üzerindeki dekoratif motifler fırça ile yorumlanması kolay olmayan kısımlardı. Diğer tuval ise yine büyük boyutlu, bir çöl resmi. Gökyüzüne doğru eriyen kum tepelerini, boşluğu ya da hiçliği görüyorsunuz resimde. İsmi Borges’in bir kitabından esinli; Kum Kitabı / Unutuş. Bellek ve hafızaya işaret ediyor aynı zamanda.
Bunun yanında serginin farklı yorumlara açık anlam katmanları olduğundan bazı kısımları açmak gerekirse, son dönem ürettiğim ayna işlerden bahsedebilirim. Malzemenin tabiatı gereği kavramsal metinlerle okuyabiliriz bu işleri; zamansal işaretlerle, yansımayla, çok boyutlu diyaloglarla. Edebi metinlerin farklı bir yansıması olarak da neon yerleştirmeden bahsedebilirim. Bu sergide sonsuz ayna formda bir iş yer alıyor; Nostalgia, serginin tarihsel yanına ve aynı zamanda hafıza, bellek ve nostalji kavramlarına başka bir önerme sunuyor. Aslında görsel bir eko gibi düşünebilirsiniz, bir haykırış ve sese dair bir yaklaşım. Bütün işler bahsettiğim bu kavramlar, tarihsel diyaloglar ve farklı disiplinlerle konuşuyorlar aralarında. Video iş ise serginin bir özeti gibi ve projenin bilimsel tarafını işaret ediyor. Siyah-beyaz ve renkli işleri galeriye belli bir matematikle yerleştirdik. İki kanallı sesli video, serginin bu yerleşimini özetliyor aynı zamanda. Newton, 1666 yılında yaptığı prizma deneyiyle ve cam prizma içinden ışığı geçirerek ışık tayfındaki yedi rengi keşfetmesiyle rengin teorik temellerini atmış oldu. Aynı zamanda ışık, cam ve aralarında kurdukları motif temelli diyaloglarla şekillenen lirik bir anlatım söz konusu.
Comments