Türkiye'deki yeni sinemacıların filmleri ve kişisel hikâyeleri odağında şekillenen röportaj serimiz Yeni Türkiye Sineması'ndan manzaralar, sinema dünyasındaki sanatsal, kültürel ve politik gelişmeleri kayıt altına almayı ve yeni sinemacıların sesini daha fazla duyurmayı amaçlıyor. Serinin sıradaki konuğu Sardunya filminin yönetmeni Çağıl Bocut
Röportaj: Çağnur Öztürk
Çağıl Bocut
Çağıl Bocut, yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği ilk uzun metrajı Sardunya ile 40. İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü de dahil birçok ödül kazanmıştı. Ve film Mubi Türkiye’de gösterime girerek de dikkatleri çekmişti.
Kişisel deneyimlerinden yola çıktığı filmde baba-kız ilişkisine odaklanırken, aile kavramını vicdani çıkmazlarla sorgulayan Bocut, “Aile toplumun biyopsisidir. Gerçekten de böyle düşünüyorum. Kutsal görülen aileler aslında tehdit edildiği anlarda çok tehlikeli mekanizmalara dönüşebiliyor. Fertlerin kendi çıkarlarını korumak adına önüne gelen her şeyi yapabildikleri de oluyor bazen.” diyor.
Sardunya filminden bir kare
Sardunya, temeline aile ilişkilerini alarak vicdan, suç sorgulamasına götüren bir film. Filmin orjinal hikâyesi nasıl ortaya çıktı ve senaryo son halini alana kadar neler deneyimlediniz?
Yaklaşık sekiz dokuz sene kadar önce filmdekine paralel olarak ailemin hastalıklarla mücadele ettiği, babamın felç geçirdiği bir dönem yaşadım. Hastalıkların ilginç tarafı ailelerin konuşulmayan, saklı kalmış yönlerini ortaya çıkarması olabilir. Kimi aileler yakınlaşırken kimisinde ise ayrılıklar, küslükler görülüyor. Ben bu süreçte babamın bize göstermediği daha kırılgan ve insani bir tarafını tanıma fırsatı yakaladım. Belli bir süre sonra yaşadıklarımın toplumsal bir karşılığının da olduğunu düşündüğüm için kuşak çatışmalarını içeren bir hikâye anlatmaya karar verdim.
Neden bir baba-kız hikâyesi anlatmayı seçtiniz? Filmin anlatısını baba-kız hikâyesine yerleştirirken nelere dikkat edip tasarladınız?
Hikâye önceleri bir baba-oğul ekseni üzerinde ilerliyordu. Ancak bir şekilde karakterlere ve baba-oğul arasındaki diyaloglara pek ısınamıyordum. Konuştukları ilgimi çekmiyor ve içimden bir baba-oğul hikâyesi daha anlatmak geçmiyordu. Hem daha özgün olacağını düşündüğüm, hem de feminen tarafımı daha çok keşfetmek istediğim için hikâyeyi baba-kız ekseni üzerine kurmaya karar verdim. Bu dönüşüm sürecinde kadın senaryo danışmanları ve başrolde oynayan İlayda Elhih’e danıştım.
Sardunya filminden bir kare
Filmde İlayda Elif Elhih ve Ali Seçkiner Alıcı, baba-kızı canlandırıyorlar ve filmin ağırlığında performansları çok önemli. Role onları seçerken neler düşündünüz? Nasıl karar verdiniz?
Filmde çalıştığım bütün oyuncular, gerçekten çalışması çok keyifli, yaratıcı ve seyir zevki yüksek oyuncular. Ali Seçkiner Alıcı zaten oldukça tecrübeli ve yıllarını sanata vermiş bir isim. Ayrıca çok fazla tecrübesi olmasına rağmen yönetmen oyuncu ilişkisini çok sağlıklı yürütebiliyor. Tecrübesi ile üzerinizde bir baskı oluşturmuyor. Bu da keyifli ve demokratik bir çalışma ortamının temelini oluşturuyor. Başrol içinse henüz tanınmamış bir sima ile çalışmayı tercih ettim. Çünkü seyircinin zihninde oyuncunun bir önceki rolüne ait kodlar canlanıyor. Bunun için üniversitelerin tiyatro bölümlerinin derslerine girdim. İlayda’yı gördüğümde ve tanıdığımda onunla çalışmak konusunda hemen hemen emin gibiydim.
Filmin estetik dili, renkleri oldukça dikkat çekici. Nasıl ve neleri düşünerek bu dili tasarladınız?
Filmin görüntü yönetmeni ve yakın arkadaşım Orçun Özkılınç ile görsel dili beraber inşa etmeye çalıştık. Bu mesafeli ve köşeli aileyi anlatmak için daha simetrik ve sabit planları tercih ettik. Film boyunca geniş planlardan git gide Defne’yi odağına alan bir kamera dili kullandık. Urla’nın güzel doğasından karakterin iç dünyasına uzanan bir yolculuk hissi yaratmayı hedefledik.
“Kutsal görülen aileler, aslında tehdit edildiği anlarda çok tehlikeli mekanizmalara dönüşebiliyor.”
Aile kavramına dair neler söylemek istediniz? Ve bizim toplumumuzda aile kavramını nasıl görüyorsunuz?
Bir röportajda demiştim; "aile toplumun biyopsisidir" diye. Gerçekten de böyle düşünüyorum. Kutsal görülen aileler aslında tehdit edildiği anlarda çok tehlikeli mekanizmalara dönüşebiliyor. Fertlerin kendi çıkarlarını korumak adına önüne gelen her şeyi yapabildikleri de oluyor bazen.
Sardunya filminden bir kar
Festival gösterimlerinin ardından vizyona girmeyip MUBI Türkiye’de izleyiciyle buluşmaya karar verdiniz. Nasıl ve neden karar verdiniz?
Çoğu yönetmenin hayali, belki de filmini büyük perdede izlemek olabilir. Biz kısa bir süre için de olsa bunu tattık ancak pandemi koşulları seyircilerin alışkanlıklarını değiştiriyor. Diğer taraftan dijital platformlarda eskiden olmadığı kadar çok sinema filmleri izleniyor ve özellikle MUBI’de açılışımızı yaptığımız için mutluyuz. Heyecanımızın samimi bir şekilde paylaşıldığına inanıyorum. Filmimiz, iki-üç hafta gibi kısa bir süre içerisinde on binlerce izleyici ile buluştu ve çok fazla olumlu geri bildirim aldık.
İlk filmini çekmiş bir yönetmen olarak Türkiye’de ve dünyadaki film yapma koşullarına dair neler söylemek istersiniz?
Aslında film sürecinde en çok zorlandığımız konulardan birisi fon bulma süreci oluyor diyebilirim. Gerçekten kıt kanaat koşullar ile filmi var etmeye çalışıyoruz. Bu maalesef diğer yapımcı ve yönetmenler için de geçerli. Kamu destekleri filmi çekmeniz için çoğu zaman yeterli olmuyor ve yurtdışından da kaynak yaratmanız gerekiyor. Biz T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı destekleri yanında biraz Almanya’dan, biraz da kendi sermayemiz ile bu filmi var ettik. Bütçeyi sağladığınız zaman diğer aşamalar nispeten kolay gelişiyor.
Stilletto’nun yönetmeni Can Merdan Doğan birlikte bir projeniz olduğundan bahsetmişti. Hangi aşamada ve nasıl bir proje olacak biraz bahsedebilir misiniz?
Can Merdan Doğan tiyatro alanında da tecrübeli bir yönetmen. Birlikte yazdığımız oyun, çift terapisinde geçen bir komedi diyebilirim şimdilik :) Onunla beraber çalışmak beni çok heyecanlandırıyor. Projeyi Eylül ayı gibi hayata geçirmiş oluruz diye umuyorum.
Коментарі