top of page
Meltem Kerrar 

Yeniden değil ama "yeni"yi oynamak

Tiyatro Ak’la Kara Bodrum'da izleyiciyle buluşan, Ferhan Şensoy’un 1986 tarihli kült oyununa yeniden bakmayı öneren İçinden Tramvay Geçen Şarkı oyununun yaratım ve sahneleme sürecini yönetmeni Yavuz Pekman'la konuştuk


Röportaj: Meltem Kerrar 


Yavuz Pekman, İçinden Tramvay Geçen Şarkı


İkinci bir İstanbul olma yolunda hızla ilerleyen Bodrum, bu yıl ilki olmasına karşın seyirci sayısı yüksek bir tiyatro festivali yaşadı. Kent yaşamı geleneklerine alışkın, çoğu İstanbul yorgunu Bodrum göçmeninin büyük ihtiyacı çünkü tiyatro. Hele bir de düzenli bir tiyatro izleyicisiyseniz özleminiz daha büyük oluyor. Daha çok yaz aylarına odaklı turne seçenekleri dışında, sezonda izleyici olabileceğiniz kısıtlı bir repertuvarla Şehir Tiyatrosu var. Sanayi Sitesi içindeki Tiyatrolar Sokağı’nda yer alan Tiyatro Ak’la Kara Bodrum sahnesi ise bu anlamda bir alternatif sahne olarak karşımıza çıkıyor. Kasım ayında prömiyer yapan İçinden Tramvay Geçen Şarkı ise, hem biçimsel hem içerik yapısıyla özgün bir iş olarak burada çıkıyor karşımıza. Anuşka’nın Atölyesi yapımı oyun, yıllardır başarılı dramaturjilere imza atan Yavuz Pekman’ın imzasını taşıyor. Ferhan Şensoy’un 1986 tarihli bu kült oyununa -yönetmek ve oynamanın ötesinde- yeniden bakarken yeniyi yaratmanın çok güzel bir örneğini gösteriyor bize.


İnsanın yaşamında iz bırakmış ustasının yapıtını yeniden ele alması şüphesiz saygı/başarı/taklit etmeme gibi çeşitli ve karmaşık duygularla dolu gerilimli bir hikâyedir. Uzun yıllarını verdiği Semaver Kumpanya öncesi Ortaoyuncular’da Nöbetçi Sahne’sinden bu yana yer alan Pekman için de öyle olmuş elbet. Hele de Türk Edebiyatının en nev-i şahsına münhasır dillerinden birine sahip olmasının yanında, tiyatro metinlerini adeta kendinden başkasının oynamasına izin vermeyecek şekilde kişiye özel yazan Ferhan Şensoy söz konusu olunca. 


Ne var ki, şanslı olup 80’lerde izlemiş olsanız da "başka" bir oyun göreceksiniz bu kez. Bunda öncelikle küçük ama izleyiciyi oyunun tam içinde/gerçek bir kabarede gibi hissettiren sahneye göre titizlikle yeniden düşünülmüş metnin ve Ferhangidil’i Valentin’e çeken oyunculuğun büyük payı var. Hande Ömürlü Yılmazer’in samimi sıcak oyunculuğuyla paylaştığı sahnede partnerinin kontrastı, sakin ve özgün bir tempo yaratıyor Pekman için. Hem orada hem hiç değil Ferhan Şensoy. Belki de en çok böyle veriyor ustasına selamı…


Yönetmen yardımcılığını Ani Haddeler Pekman’ın üstlendiği oyunun Melis Şeşen’e ait müzikleri tam da 40’lar Almanya’sında bir kabareye götürüyor bizi. Tüm dekoru tek bir objede toplayan Tolunay Türköz tasarımı "trambisiklet"e 70 dakika boyunca gösterdiği performansla oyunun üçüncü kişisi desek pek de yanlış olmaz sanırız.  Sahne ve ışık tasarımı Cem Yılmazer’e, kostümleri Hande Ömürlü Yılmazer’e ait olan oyunun ruhunu yansıtan afişi ise Arpi Haddeler imzalı. Sezon boyu her Perşembe saat 20.30’da Ak’la Kara Tiyatro Bodrum sahnesinde izleyebileceğiniz oyunun yaratım ve sahneleme sürecini konuştuk Yavuz Pekman’la. 


Yavuz Pekman & Hande Ömürlü Yılmazer, İçinden Tramvay Geçen Şarkı


Tiyatro izleyicisi için unutamadığı güzel bir anı ya da izleyemediği güçlü bir keşke olarak kalan bir oyun Ferhan Şensoy’un İçinden Tramvay Geçen Şarkı’sı. Yıllar sonra ve yaratıcısının ardından ilk kez sahneye koyuyorsunuz oyunu. Nasıl karar verdiniz? Ortaoyuncular’da ciddi bir mesai vermiş ve külliyata hakim biri olarak özellikle bu oyunu seçmenizdeki yönelimler neler oldu? 


Geçtiğimiz mart ayıydı sanırım, Tiyatro Ak’la Kara Bodrum’un kurucusu Kerem Kobanbay aradı. Kerem pandemiden hemen önce Karımın Kocası isimli bir oyun sahnelemiş, Kerem, Aslı ve ben birlikte oynamıştık. Oldukça uyumlu bir ekip olmuştuk. Sağolsun bana tiyatrosunu açtı, “burası senin, bu da anahtarı, istediğin oyunu yap” dedi. Önce şaşaladım. Cebinde kendine ait projelerle dolaşan biri olmadım hiç. Öyle girişimci de değilimdir. Akşam evde Ani’ye açtım, her zamanki gibi beni cesaretlendirdi, “hep beraber girişir, yaparız” dedi. Zaten Anuşka’nın Atölyesi etrafında buluşmuş, işini iyi bilen, aynı dili konuşan, dahası her günü beraber geçen bir ekibimiz vardı. Aldı beni bir düşünce. İyi güzel de, oyun ne? Oyun seçimi farklı etkenlerin bir araya gelmesiyle oluşuyor elbette. Topluluğun yapısı, oyuncu malzemesi, tiyatronun fiziksel koşulları, bütçe, güncel konjonktür gibi değişkenler oyun seçimini belirliyor. En basitinden oyunu sahneleyeceğimiz tiyatronun sahnesi altı, yedi metrekarelik, minicik bir alan. Hem aynı anda iki kişiden fazla duramadığınız, hem de kalabalık bir dekor koyamadığınız bir yer. Harcamaları cebimden yapacağım, öyle büyük paralar harcayacak, insanlara paralar dağıtacak gücüm yok. Salon 48 kişilik, kazanıp öderim denecek bir durum da yok. Birkaç gün karardım. Bodrum otogarın karşısındaki esnaf lokantasında Cem’le kuşbaşılı pide yiyorduk, yanında ayran da vardı. Cem (Yılmazer) Semaver Kumpanya’nın kuruluşunda birlikte yer aldığımız, bu memleketin en önemli sahne ve ışık tasarımcılarından biri, Hande (Yılmazer) ile de Bodrum’daki can yoldaşlarımız. Bu ülkede pek çok topluluk simit, tost ya da pide eşliğinde kurulmuştur zaten. Cem dedim, durum böyleyken böyle. Senede en az 10 oyun yapan, tiyatroya da ödüle de doymuş o adamın konuyu çok ciddiye almayacağını düşünüyordum. “Oğlum çok iyi, ben çok heyecanlandım. Hepimizin acayip birikimi var. Cihangir Abi’nin atölyede dekoru yaparız, bende ışık var, sen zaten dramaturjiyi çökertirsin. Harika olur” demesin mi? Kendimi bir Sait Faik hikayesinin içinde sandım. Birden kafamda bir ampül yandı. “İçinden Tramvay Geçen Şarkı’ya ne dersin?” dedim. “İnanılmaz olur” dedi. Meğer onun da en sevdiği oyunmuş. “İki kişiye indirsem, Hande oynayabilir mi?” dedim. “Oynar” dedi. Hande daha önce hiç profesyonel bir oyunda oynamamıştı. Ben hiç oyun yönetmemiştim. Anlayacağınız hem cahildik hem cesur. İşte bu oyuna böyle karar verdik. Diyeceğim o ki, evet oyun seçiminde farklı etkenler var elbette, ama en başta geleni oyunu sevmek. Ben Ortaoyuncular’da profesyonel tiyatroya başladım, o geleneği sindirdim, daha sonraki işlerime etkisi büyüktür. Ama bana öyle gelir ki İçinden Tramvay Geçen Şarkı hem metin, hem biçim, hem estetik olarak Ortaoyuncular’ın da, Türk tiyatrosunun da en güzel, en öncü oyunlarından biridir. Defalarca izleyip, her seferinde güldüğüm, her seferinde çok eğlendiğim bir oyun. Oyunu seçmemdeki motivasyonum tamamen budur. 


Yavuz Pekman & Hande Ömürlü Yılmazer, İçinden Tramvay Geçen Şarkı


Sahnelendiği 1986 yılında gördüğü büyük ilgi ve yıllar sonra bile kayıtlardan izlenen kült bir oyun vardı önünüzde. İzlediğimiz İçinden Tramvay Geçen Şarkı ise, "bozmadan yeniden bakmak" anlayışının çok iyi bir örneği olmuş. Metni yeniden ele alırken ve sahneleme aşamasında bu anlamda nasıl yol aldınız? 


Oyunun birbirinin içine geçmiş iki farklı boyutu var. Biri Alman kabare tiyatrosunun büyük ustası, döneminde Almanya’nın Chaplin’i olarak adlandırılan Karl Valentin, diğeri de malum ülkemiz tiyatrosunun herhalde en özgün, en nevi şahsına münhasır, en taklit edilemez ustası Ferhan Şensoy. Ferhan Abi’nin oyununu sahnede izleme şansım olmamıştı ne yazık ki fakat video kaydını ezbere bilirim. Valentin’in de oyunda yer alan skeçleri dahil döneminde kaydedilmiş kısa filmleri internette var. Doğrusu o da olağanüstü bir zeka, inanılmaz bir oyuncu. Müthiş uyumsuz, absürt bir kafası var. Alman faşizminin tam göbeğinde yaşayan, faşizmin sıradan insana nasıl sindiğini, onu nasıl aptallaştırdığını, gerçeklikten nasıl uzaklaştırdığını, keskin, alaycı bir dille anlatıyor. Bu yönüyle hem çok eğlenceli, hem çok politik bir tiyatrosu var. Brecht’in de ustalarından biri. 80’lerin başında Ferhan Abi’nin sahneye taşıdığı yenilikçi tiyatro da böyle. Hem epik hem politik, hem de çok ama çok komik. E daha ne olsun? Yani demem o ki, Valentin, Brecht, Haldun Taner, Ferhan Şensoy, hepsi aynı zincirin halkaları gibi. Kuşkusuz benim bu büyük ustaların sözünün üstüne söz söylemek gibi bir iddiam yok. Ama o zinciri bugüne taşıyabilirim diye düşündüm. Dünya değişiyor, tiyatro değişiyor diyorlar. Evet bir ölçüde doğrudur. Ama sadece bir ölçüde işte. İnternet icat oldu da faşizm bitti mi? Duble duble yollarımız var da savaşlar sona mı erdi? Cebimizde akıllı telefon var diye daha mı akıllı olduk? Yoksa kendini akıllı zanneden aptallar mıyız hâlâ? Benden duymuş olmayın ama faşizm de var, diktatörlük de, savaş da. Kimi zaman eskisinden daha aptalız diye düşünüyorum hatta. Uzun lafın kısası, her iki ustanın yaşadıkları da aynı, sözü de, sazı da. Ben bütün bunları günümüzün araçlarıyla, Bodrum’daki minicik bir sahneye aktardım sadece.


İlkinde 2 saat olan oyun 70 dk’ya, kadro üç kişiden (koroyla birlikte daha kalabalık) ikiye iniyor sizin yorumunuzda. Metnin epey bir parçası gitmişken eksiklik duygusu yaşatmayan dramaturjinizde izlediğiniz yol nasıldı? 


Ferhan Abi Valentin’i kendi tiyatro biçimine akıtmıştı, ben tersine bir yol izledim. Ferhan Şensoy’u Valentin’e döndürmeye çalıştım. Ferhan Şensoy’a ait, yerli bir dili, Valentin’in kabare tiyatrosuna oturtmaya gayret ettim. Önceden dediğim gibi çok küçük, seyirciyle iç içe bir salondayız. Yani o salaş, dumanaltı, yoksul kabare atmosferine çok uygun bir yer. Hareket noktam bu oldu. Acaba Ferhan Şensoy’un o aykırı, tersine sözlerini Karl Valentin’e söyletebilir miyim diye düşündüm? Tiyatronun fiziki koşulları beni böyle bir sahnelemeye götürdü diyebilirim. Belki biraz büyük bir laf olacak ama Ferhan Şensoy’un oyununu Karl Valentin oynuyormuş gibi bir dramaturjiden söz ediyorum. Onun yanında tiyatroda, sadece tiyatroda değil sanırım bütün gösterim işlerinde, bir değişim varsa en başta sürede yaşandı galiba. Artık süreler eskisi kadar uzun değil. Seksenli, doksanlı yıllarda tiyatro en az iki, iki buçuk saat sürüyordu. Şimdilerde izleyici bu kadar uzun işleri kaldıramıyor. Ferhan Abi’nin vefatından sonra Ortaoyuncular’ın yeniden sahnelediği Şahları da Vururlar oyununun da dramaturgluğunu üstlenmiştim. Orada da bütün ekip oyunun kısaltılması konusunda hem fikir olmuştu. Ben öylesine kült bir metne müdahale etmek istemedim. Ekip, ustanın bizzat kendisinin kısaltmaya gittiğini, metnin günümüze ait, daha hızlı, akıcı bir sahnelemeye ihtiyacı olduğuna beni ikna etti. O çalışma İçinden Tramvay Geçen Şarkı için bir altyapı oluşturdu, bana da cesaret verdi diyebilirim. Özellikle şarkılarda, bağlantı sahnelerinde ve kendi sahnelememe uygun olmayan bazı skeçlerde budamaya gittim. Oyunu tek perdeye indirdim. 1910-1945 arasında Almanya’da yaşananlar ve bu kısa tarihsel süreç içinde Karl Valentin’in yaşam öyküsünün anlatıldığı arka planı mümkün olduğunca korumaya çalıştım elbette bu kısaltmayı yaparken. Ayrıca dediğiniz gibi oyunu iki kişi oynuyoruz. Bu da Valentin’e dönüşün bir parçası. Karl Valentin bütün skeçleri eşi Vellano ile, iki kişi olarak oynamış. Herhalde onun da koşulları öyleydi, kim bilir. Ama koşulların ötesinde, kabare tiyatrosu özünde sade bir tiyatro. Oyunculuk dışında hiçbir şeye ihtiyaç duymayan bir tiyatro. Galiba benim koşullarım da bizi buraya ulaştırdı. 


Yavuz Pekman, İçinden Tramvay Geçen Şarkı

Fazlaca kendine özgü bir yapıya sahip ve kendi oynaması için yazan bir yazarın metnini yeniden sahneye koymak da başka bir challenge elbet. Neler oldu en çok zorlayan bu süreçte?  


Dramaturgun ağzı torba değildir, büzemezsiniz. Büyük laflar etmeyi severiz. Ama iş oyunculuğa gelip de, er meydanına çıkınca lafla peynir gemisi yürümez. İzleyiciyi öyle işkembeden lakırdılarla kandıramazsınız. Demem o ki, beni en çok zorlayan şey oyunu oynamak oldu. Zaten uzun zamandır sahneye çıkmıyordum. Bir miktar hamlamıştım. Hande ilk kez profesyonel bir sahneye, üstelik demir leblebi bir rolle, çıkıyordu. Seyirci, hiçbir detayı kaçırmayacak kadar yakındı sahneye. Bütün bunlar tiyatro için olağan durumlar elbette. Oyuncuysan üstesinden gelmeyi bileceksin. Beni asıl zorlayan Ferhan Abi’nin okuya okuya, izleye izleye ezberlediğim oyunculuk dilinden sıyrılmak oldu. Uzun bir süre o vurguları, o tonlamaları üzerimden atmakla uğraştım. Tam olarak atabildiğimi söyleyemem. Onun izleri hala var. Fakat yazdığı laflar öyle laflar ki, tamamen ona ait, gündelik hayatta karşılığı olmayan şeyler, başka türlü söylenmiyor. Söylesen de komik olmuyor. Ya da bana öyle geliyor. Geceleri uyuyamadığım zamanlar oldu. Ondan başka ilk kez ben oynuyorum. Kendime kızıyorum, nereden girdin bu işe, haddini bilmez herif diye. Bazen Ferhan Abi’yle konuşuyorum, özürler diliyorum. Neyse ki Ani (Haddeler) vardı, hem bana hem Hande’ye çok destek oldu, bizi çekip çevirdi, kimi zaman cesaret verdi, kimi zaman silkeledi. Hayatımda olduğu gibi prova aşamasında da bana can yoldaşı oldu. Hakkını ödeyemem. Sonuçta Hande de muhteşem bir iş çıkardı, sahnede güzel bir ortaklık kurduk. Zaten ekip olmak, birbirinin dilinden, duygusundan anlamak tiyatro için vazgeçilmez. Bu oyun başarılı bir oyun olduysa eğer, iyi bir takım olmamızdandır. Takımın da ötesinde her günü beraber geçen bir aile olmamızdandır. Ortaoyuncular’ı da Ortaoyuncular yapan budur. Velhasıl bizim oyunumuz bir yandan Valentin’e göz kırpan, bir yandan Şensoy’un rengini, tonunu, vurgusunu taşıyan, bir yandan da Anuşka’nın Atölyesi’ne özgü bir İçinden Tramvay Geçen Şarkı oldu. 


İçinden Tramvay Geçen Şarkı, bu kez daha çok kabare hissi veriyor. Ak’la Kara Tiyatro’nun izleyiciyi salon duygusundan alıp tam da oyunun içine alan sahnesi, gözü hep merkezde tutan ve adeta oyunun özeti gibi duran dekor ve bizi 40’lı yılların ruhuna götüren müzikler de kabare hissini pekiştiriyor… 


Dışarıdan böyle gözüküyorsa ne mutlu bana. Hayalimi bir ölçüde gerçekleştirebilmişim demektir. Dekordan söz ettiniz, bu noktada Tolunay’ı (Türköz) da unutmamak gerek. O minimal, hareketli dekorun fikri de uygulaması da ona ait. Benim hiç öngörmediğim nefis bir iş çıkardı. Öyle bir hale geldi ki, neredeyse sahnede bizle beraber oynayan, canlı bir varlık oldu o dekor. Müzik de apayrı bir konu. Oyunun orijinal müzikleri Grup Gündoğarken’e ait biliyorsunuz. İnanılmazdır. Sadece o şarkılar için seyredilir oyun. Şeşen ailesinin tiyatro tarihimize bir armağanıdır. Ne mutlu bize ailenin bir sonraki kuşağından Melis (Şeşen) de bizim çok yakın arkadaşımız. Şahane bir müzisyen. Semaver Kumpanya’da beraber çalışmıştık. Ferhan Abi’nin bir oyununda da sahnede canlı çalmıştı. Her bakımdan ideal bir isim anlayacağınız. Havalara uçtu, meğer hep hayaliymiş. O da mükemmel bir iş çıkardı. Sonuç olarak şunu söyleyeyim, benim için tiyatronun birincil işlevi seyirciyi eğlendirmektir. Eğlence deyince boş bir şey geliyor hemen akla. Eğlenceden kasıt hakır hakır gülmek değil sadece. Brecht “tiyatro haz verecek” diyor. Kimi zaman birilerinin duygularına ortak olmak, hayatı anlamak, dünyayı kavramak, ağlamak, paylaşmak da haz verir insana. Öyle değil mi? Tiyatronun, hatta genel olarak sanatın, en temel işlevi de budur bence. İsterim ki izleyici bu hazzı yaşasın, bir tiyatro tadı, bir izleme keyfi alsın. Gerisi laf-ü güzaf. 







Comments


bottom of page