Elif Çelebi ve Çağrı Saray’ın üretimleri çerçevesinde İstanbul Anadolu yakasının ikinci en büyük yeşil alanı ve birinci derece doğal sit alanı olan Validebağ Korusu’nu tarihsel, kentsel ve ekolojik bir akıbet deneyimi olarak merkezine alan Prevantoryum, Kasa Galeri’de 21 Mart - 2 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşti. Erman Ata Uncu, Çelebi ve Saray’ın kolektif üretimini değerlendirdi
Prevatoryum sergisinden
En büyük korkularımızdan birini temel alan sinema fenomeni Maymunlar Cehennemi’nin (Franklin J. Schaffner, 1968) meşhur son sahnesi, böyle giderse insanlığın sonunun nasıl olacağına dair melodramatik bir uyarı niteliği taşır. Evrim şemasında beklenmedik bir çatallanma sonucu şempanzelerin ele geçirdiği bir dünyaya düşen Charlton Heston, harap haldeki Özgürlük Anıtı’nı görür, aslında baştan beri evinde olduğunu anlar ve “Sonunda her şeyi mahvetmeyi başardık” diye bağırarak sinir krizi geçirir.
Prevatoryum sergisinden
İnsanın ‘üstün’ özelliklerinin, etrafındakileri yönetebilme gücünün bir anda yitip gittiği, doğanın kontrolü eline geçirdiği bir çağa dair kâbuslarımız, halihazırda doğanın etkilerinden muaf bir hayat sürdüğümüz düşüncesinden kaynaklanıyor olsa gerek... Doğa, medeniyetten uzaklaşmak istediğimizde kendi arzumuzla değerlendirebileceğimiz bir seçenek; istediğimizde ona ‘kaçıp’, sonra gerisin geri şehrin yolunu tutabiliyoruz. Dünya bitki örtüsünün oldukça büyük bir kısmını oluşturan çimler, parklarla sınırlandırabildiğimiz dekoratif unsurlar. Kamusal alanlarda insanların yan yana gelebilmeleri için doğanın zapt edilemez özellikleri iyice törpülenmeli, beklenmedik sürprizlerin gerçekleşmesine olanak verilmemeli.
Prevatoryum sergisinden
Ne var ki terk edilen, işlevini yerine getirmeyen her kamusal alan, onu dolduran insanların hayaletlerini bir süre barındırdığı gibi, doğa da zapturapt altına alınmaya çalışıldığı alanlarda varlığını sürdürebiliyor. Çimler, istenmedikleri yerlerde büyüyorlar, ağaçlar günlük hayatta karşımıza çıkmadıklarında da hayatlarına devam ediyorlar. Prevantoryum sergisi, İstanbul’da medeniyetle doğa arasındaki bu gelgitli ilişkinin en yoğun haliyle yaşandığı noktalardan birini, Üsküdar’daki Validebağ Korusu’nu konu alıyor. İsim olarak, hastalığa yakalanma riski olan insanların koruma altına alındığı kurum anlamına gelen prevantoryumun seçilmesi, serginin Validebağ Korusu’na bakışını da yansıtır nitelikte. Elif Çelebi ve Çağrı Saray, kolektif üretimlerinin sonucu olan sergilerinde hem medeniyetin hem de doğanın etkilerine açık koruyu adlandırma, sınıflandırma ve kontrol altına alma çabalarının peşine düşüyor. İnsan yapımı direkler, galeri ortamında karşılarında yer aldıkları ağaçların dikey konumunu yansıtıyor. Terk edilmiş ya da hiç kullanılmamış bir futbol sahası, üzerinde gelişigüzel büyüyen çimlerle, bakımsız haliyle, yapılış amacının sönük bir hayaleti gibi sergideki yerini alıyor.
Prevatoryum sergisinden
Bir odanın diğerine açıldığı, ziyaretçiyi mekânın merkezine doğru yönlendiren Kasa Galeri, sanatçılara, Validebağ Korusu’nun tarihini belirleyen çatışmaları, sınır ihlallerini de işlerinde yansıtma olanağı sağlıyor: Bu doğa parçasının üzerine giydirilmeye çalışılan kamusal kimlik, serginin bazı noktalarında ev ortamının içine kadar nüfuz etmiş durumda; söz konusu işler şehir planlamasının izlerinin en ‘özel’ yaşam alanlarını da belirleyebilme gücünden ilham alıyor. Validebağ Korusu’nda yaşayan böceklerin, bitkilerin, yaşam alanlarını çevreleyen yapılaşmaya rağmen devam ettirdikleri döngü, Prevantoryum’da yankısını buluyor. Toprak yüzeyinin kıvrımları ile şematik planların dümdüz çizgileri arasında bir çatışma yaşanmıyor; aksine beraber varolan, iki hattın da birbirini dönüştürdüğü bir alan ortaya çıkıyor.
Koru, özelliği dolayısıyla İstanbul’da bulunan herhangi bir yeşil alanın ötesinde, insan etkisinden korunmaya çalışılan bir doğal hayata ev sahipliği yapan bu nokta, doğayla ilişkimizin yansıdığı bir sahne olarak galeriye taşınıyor.
Prevatoryum sergisinden
Validebağ Korusu’nun Prevantoryum tarafından kapısı aralanan özel konumunu daha iyi anlayabilmek için buranın tarihine bakmak gerekli. İnsan ile doğa arasındaki mücadelenin keskin karşıtlıklarla aktarılmasına izin vermeyecek kadar karmaşık bir geçmiş bu. 1853’te Sultan Abdülaziz’in kardeşi Adile Sultan için yaptırdığı kasır, Validebağ Korusu’na insan müdahalesinin ilk adımı. Söz konusu tarihten bugüne kadar da korunun “insanların hizmetine nasıl sokulacağına” dair anlayışta kesintisiz bir dönüşüm yaşanıyor: Her dönemin kamusal alan anlayışının yansıdığı bir ayna işlevi gören koru, aynı zamanda ev sahipliği yaptığı doğal döngü dolayısıyla iyice zorlu bir çatışma alanı olarak varlığını sürdürdü. Cumhuriyet döneminde koru içindeki yapılar yetimler yurdu, sanatoryum ve (sergiye de adını veren) prevantoryum olarak kullanıldı. 1957’de arazinin Milli Eğitim Bakanlığı’na tahsis edilmesinin ardından Validebağ Korusu, sağlık meslek lisesi ve öğretmenler evini barındırdı. Tüm bu süreçte bu kurumlara mali destek için koru içinde tarım ve hayvancılık faaliyetleri sürdürüldü. 1980’lerle beraber nazım planında yapılan değişikliklerle alanda ilk sitelerin kurulmasına izin verildi. Kaba hatlarıyla aktarılan bu tarihin bugün geldiği noktada, yapılaşmayı kolaylaştırmak için çabalayan yönetim ile sivil inisiyatifler arasındaki mücadelelerden birinin, doğal sit alanı olarak belirlenen Validebağ Korusu’nda da devam ettiği görülüyor. Ancak yerel yönetimin yeşil alanı bir boş zaman geçirme mekânı olarak kodlayıp tanzim etme çabası, çevresel mücadelenin politik içeriğini geçersiz kılmaya çalıştıkça, yapmak istediğinin tam tersinin gerçekleşmesine sebep oluyor. Validebağ Gönüllüleri Derneği ile yapılaşmanın önünü açmak için çabalayan yönetim arasındaki mücadele, hem yeşil hakkının hafta sonu vakit geçirilecek bir yere ihtiyaçtan fazlasını ifade ettiği noktalara doğru genişliyor, hem de insan merkezci bir yaklaşımın sorunlarını gözler önüne seriyor. Kamusal alan kavramının zeminindeki tüm bu hareketleri gösteren tarihiyle Validebağ Korusu da Elif Çelebi ile Çağrı Saray için bir laboratuvar işlevi görüyor.
Prevatoryum sergisinden
Prevatoryum’da, insanlar tarafından gerçekleştirilen her eyleme karşılık, buradaki ekosistemin ritmini yansıtan bir hatırlatma var. Bir tarafta inşaat temelinin iş makineleri tarafından harıl harıl işlendiğini gösteren bir video, diğer tarafta koruda yaşayan böceklerin, bitkilerin ayrıntılı çizimleri yer alıyor. Beyazlaşarak silikleşmiş planlar, kamusal alanı kimin belirleyeceğine dair kararların gelip geçiciliğine olduğu kadar, doğa karşısındaki kırılganlığa da işaret ediyor. Devamlı ileriye gitmeye odaklı yapılaşma hamlelerinin, doğal hayata dair ayrıntılarla beraber sunumu, bu tekdüze hareketlere daha büyük bir ölçekten bakmayı mümkün kılıyor. Kamusal alana dair fikirlerin sürekli birbiriyle çatıştığı, arafta kalmış haliyle ekosistemin sürekliliğine sahne oluyor.
Comments