Pandemi dolayısıyla ertelenen ve bu yıl 23 Nisan’da sanatseverlerle buluşan Venedik Bienali 59. Uluslararası Sanat Sergisi'ni ve ülke pavyonları üzerine düşüncelerimizi aktarıyoruz
Yazı: Misal Adnan Yıldız
Ana pavyon, Giardini, Fotoğraf: Francesco Galli
Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, İstanbul’da Füsun Onur isimli bir sanatçı yaşarmış. Kendine özgü hayal gücüyle bilinen Füsun’un elleriyle ürettikleri görenlerin hayalgücününün sınırlarını genişletirmiş. Venedik Bienali’ nin 59. Uluslararası Sanat Sergisi için Türkiye Pavyonu’na davet edilen Füsun, her gün bir felaket, kriz, afet, şiddet ve baskı haberleriyle boğulanlar için bir masal yazmış.
"İlk defa katılımcı sanatçı listesinin üstün çoğunluğunun kadınlardan oluştuğu ana serginin küratörü Cecilia Alemani’nin sürrealizmden, cyborg bedenlerden ve bilinçaltımızın derinliklerinden ilham aldığı serginin en gerçek yanı, kapıları kapalı Rusya Pavyonu’nun önünden geçerken güvenlik görevlilerine rastlamak."
Rusya Pavyonu
Malzeme seçimi, San Marco meydanında satılan tellerden yapılmış heykeller gibi, sıradan ve gündelik olanın estetiğini yansıtıyor ama basit ve kararlı çizgilerle markaların, şatafatın ve gösterişin içinden sıyrılıp, anlamlı bir anlatı yaratıyor. Bu yirmi bir bölümlük masalın ana kahramanı Fare Cingöz, öğrencilerle ormanları yanmış, suları kurumuş dünyayı kurtarmaya çalışırken, Koronavirüsle karşılaşıyor, âşık oluyor ve hikâyesinin sonuna kadar dans ediyor. Once upon a time… isimli bu yerleştirmedeki Cingöz’ün hikâyesi gibi, Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasının 60. yılında, göçmen ve sanatçı toplumunun kültürel dönüşümünü oturma odasından kütüphanesine, arkadaşlarından hatıralarına, hayatını güçlü bir kurguyla Fransız Pavyonu’na taşıyan Zineb Sedira’ nın filmi de dans ederek direnmenin şiirsel vurgusuyla bitiyor. Sedira, “dans ederek direniyorum, rüyalarımın başlığı yok” diyor. İlk defa katılımcı sanatçı listesinin üstün çoğunluğunun kadınlardan oluştuğu ana serginin küratörü Cecilia Alemani’nin sürrealizmden, cyborg bedenlerden ve bilinçaltımızın derinliklerinden ilham aldığı serginin en gerçek yanı, kapıları kapalı Rusya Pavyonu’nun önünden geçerken güvenlik görevlilerine rastlamak.
"Pandemiyle kapanan müze ve sanat galerilerinin yerine, sanat deneyimini ekrana bakarak telafi etmeye çalıştığımız bir zamandan sonra, sanat nesnesi ile aynı mekânda bulunmayı ve fiziksel deneyimleri özleyenlere iyi gelecek ana serginin içinde öyle araştırmalar, anlatılar, resimler, desenler ve eserler var ki, dünya gözüyle gördüğüm için çok mesudum… Ana sergi, kuşkusuz erkek egemen kanona ve sanat marketine yerinde bir müdahale."
Katharina Fritsch, Elephant, 1987, Polyester, ahşap ve boya, 420×160×380 cm, Institut fur Auslandsbeziehungen desteğiyle, La Biennale di Venezia izniyle, Fotoğraf: Roberto Marossi
Rus işgalinin ilk günlerinde resimlerinin akıbetiyle bizi kaygılandıran Ukraynalı sanatçı Maria Prymachenko’nun hayali bir yerel motifi çalıştığı Scarecrow (1967) isimli güçlü eserinin Giardini’nin girişindeki Katharina Fritsch’in aynalara yansıyarak sonsuz imaj sayısına çarpıldığı fil heykelinden hemen sonra karşımıza çıktığı sergi, daha çok resim, heykel gibi geleneksel formlara ağırlık verse de, dikkatli video seçimleri, araştırma alanları ve deneysel formlarla dengeli bir promenade yaratıyor.
Alexandra Pirici, Encyclopedia of Relations, 2022, Devam eden performanslar, Celine Bellut, Matilda Bjarum, Liliana Ferri, Daouda Keita, Raymond Liew Jin Pin, Melanie Lopez, Jared Marks, Emily Ranford, Valentina Restrepo, Robert Schulz, Jennifer Tchiakpe, Xiao Huang, Patrick Ziza, Maske tasarımı: Andrei Dinu Audemars Piguet Contemporary; Ammodo; UniCredit Bank; European ArtEast Foundation; The Administration of the National Cultural Fund, Romania; Romanian Cultural Institute; Staatliche Kunsthalle Baden-Baden desteğiyle, La Biennale di Venezia izniyle, Fotoğraf: Edi Constantin
Giardini’nin en üst katında Bükreş’te yaşayan Alexandra Pirici, Encyclopedia of Relationships isimli performans çalışmasında tekrar edilen bir cümle; “varoluş bireysel bir mesele değildir’’ düşünsel olarak serginin genelinde yankılanıyor. Aynı gezegen üzerinde birlikte var olan, beraber nefes alan canlı formlara adanan sergi kadın-erkek ya da gerçek-hayal ya da yaşayan ve ölü gibi ikilemleri tekrar düşünmeyi öneriyor ve beden, hayvan, makine, cadıların bilgisi, ölüm ötesi ve düş gibi katmanlara yayarak, başlığındaki “rüyaların sütü” ifadesinin hakkını veriyor.
Pandemiyle kapanan müze ve sanat galerilerinin yerine, sanat deneyimini ekrana bakarak telafi etmeye çalıştığımız bir zamandan sonra, sanat nesnesi ile aynı mekânda bulunmayı ve fiziksel deneyimleri özleyenlere iyi gelecek ana serginin içinde öyle araştırmalar, anlatılar, resimler, desenler ve eserler var ki, dünya gözüyle gördüğüm için çok mesudum… Ana sergi, kuşkusuz erkek egemen kanona ve sanat marketine yerinde bir müdahale.
Sırasıyla:
1. Cecilia Alemani, La Biennale di Venezia izniyle, Fotoğraf: Andrea Avezzù
2. Cecilia Vicuña, NAUfraga, 2022, mekâna özgü yerleştirme, Farklı boyutlar, Lehmann Maupin desteğiyle, La Biennale di Venezia izniyle, Fotoğraf: Marco Cappelletti
3. Cecilia Vicuña, Laoparda de Ojitos, 1976, Tuval üzerine yağlı boya, Beth RUdin Dewoody Koleksiyonu, Fotoğraf: Misal Adnan Yıldız
4. P. Staff, On Venus, 2019, Video yerleştirme, 13’ 6”, Commonwealth and Council, Los Angeles ve LUMA Foundation; British Council; the Henry Moore Foundation desteğiyle, La Biennale di Venezia izniyle, Fotoğraf: Marco Cappelletti
5. Marianna Simnett, The Severed Tail, 2022, Üç kanallı video yerleştirme, Societe, Berlin desteğiyle, Zabludowicz Koleksiyonu; British Council, La Biennale di Venezia, Fotoğraf: Roberto Marossi
Bunlardan biri Şili’den Cecilia Vicuña’nın Leoparda de Ojitos’u (1976). Dikkatli bakınca, beyaz kaplanın bedeninden beliren sarı gözler bize sezgisel bilginin, altıncı hissin ve belki bilmediğimizi sandığımız şeyleri ne kadar iyi bildiğimizin bilgisini getiriveriyor. Bu resmin izdüşümünü ise, kuşaklar arası diyaloglarda takip etmek mümkün. İzleyenlerini vejetaryen diyetlere koşullayan P. Staff ’ın On Venus’u (2019), balinanın gözünden okyanusu anime eden Wu Stang’ın Arsenale’nin sularını çerçeveleyen dev video yerleştirmesi Of Whales (2022) ve kaybolan bir kuyruğun hikâyesin üzerinden eşsiz video diliyle fetiş kültürüne, fabla ve tüylü dostlarımızla ilişkimize giden Marianna Simnett’in The Severed Tail’i (2022) sergide, benim için sanatın eklektik dillerini önümüze seren önemli duraklar oldu.
Solda: Sami Pavyonu, 2022, Fotoğraf: Misal Adnan Yıldız
Sağda: Zineb Sedira, Dreams Have No Titles, Fransız Pavyonu, 2022, Fotoğraf: Misal Adnan Yıldız
Ulusal temsil çerçevesinden çıkma gayretiyle uzun soluklu araştırma projelerini iyi tasarlanmış yerleştirmelere dönüştüren sanatçılar arasında güvende olma hissinin ve “özel” güvenlik kurumunun kamusal sınırlarını zorlayan Pilvi Takala, Giardini’deki küçücük Finlandiya konteynırına akıllı mimari bir estetik kurguyla ilginç sınıfsal, politik ve sosyal sorular sığdırmış. Samoa’lı Yuki Kihara ise, Yeni Zelanda Pavyonu’nda; kötü çevirisiyle “üçüncü tür” Fa’afafine’lerin hikâyesi üzerinden kadın-erkek ikilemine hapsedilen toplumsal cinsiyet konusuna, erkek egemen sanat tarihine ve coğrafyanın kaderimizi belirleyen koşullarına, Pasifik’ten kolektif bir perspektifle çok katmanlı bir kadraj geliştirmiş. Prostetiğin yardımıyla dönüştüğü Gauguin’i karşısına alarak sanat tarihi temize çekiyor. Marco Fusinato Avustralya Pavyonu’nda, bugün değişen imaj politikaları ve imajın değeri, sesin hızı ve algımıza etkisi ve görüntülerin sesle ilişkisi etrafında düşünmek için çok değerli bir mekânsal yerleştirme sunuyor. Minimal ya da atonal, gölge ses ya da noise; giderek yan etkinliklerden çok ana mekânlara davet edilen ve programlarda merkezi roller üstlenen ses temelli projelere giriş yapmak açısından tarihsel bir pratik.
"Eşsiz kumaş kolajlarını mekâna özgü bir matematikle Polonya Pavyonu’nda sergileyen Małgorzata Mirga-Tas, 150 yıllık bienal tarihinde ulusal pavyona davet edilen alan ilk Roman sanatçı. Üstelik pavyonun dışına çıkan mimari anlayışla izleyici dev bir tarot kartıyla karşılıyor."
12 milyona yakın bir nüfusa sahip Romanlar hâlâ Avrupa’da ayrımcılığa maruz kalıyor, kamusal alandan soyutlanıyor, gündelik yaşamdan dışlanıyor. Bu sene Venedik Bienali’ndeki iki pavyonun odak noktası Roman mirası ve kültürü. Eşsiz kumaş kolajlarını mekâna özgü bir matematikle Polonya Pavyonu’nda sergileyen Małgorzata Mirga-Tas, 150 yıllık bienal tarihinde ulusal pavyona davet edilen alan ilk Roman sanatçı. Üstelik pavyonun dışına çıkan mimari anlayışla izleyici dev bir tarot kartıyla karşılıyor. Referansı ise Aby Warburg’u etkileyen ve Ferrera’da bulunan 500 yıllık Palazzo Schifanoia’daki astrolojik betimlemeler. Sürrealist düşüncenin etkilerini yansıtan VR çalışmasıyla Loukia Alavanou da, Yunan Pavyonu ziyaretçilerini Atina’nın dışında bulunan bir Roman yerleşimine ışınlıyor.
Polonya Pavyonu, 2022
İskandinav Pavyonu bu sene bienal programında, Sami Pavyonu ismiyle yer alıyor ve gecikmiş bir koloniyel hesaplaşmayı incelikli, farklı medyumlardan oluşan ve organik malzemenin heykelleştiği eserlerle öne çıkan iyi bir sergiyle karşılıyor. Arsenal’de bulunan Özbekistan Pavyonu sergisi, programını interdisipliner bir anlayışla kurgulamış; Dixit algorizmi-the garden of knowledge başlığıyla, nesli tükenen bir müzik aletinin ve tarihsel bir figür olan Muhammad ibn Mūsā al-Khwārizmī isimli polimatın anlatısından yola çıkmış.
Şehre yayılan yan etkinlikler haritasında ise, benim için kaçırılmaması gerekenler arasında Ukrayna’nın özgürlük mücadelesini uluslararası sanat gündemine taşımak için kurulmuş Pinchuk Koleksiyonu sergisi, Defending Feeedom; Fondazione Prada’da Udo Kitelman ve Taryn Simon iş birliğiyle insan beynini inceleyen Human brains ve sanat ve film arasındaki projelere destek veren Fondazione In Between Art Film’in kurumsal programı dahilinde ilk sergi projesi Penumbra var.
Füsun Onur, Evvel Zaman İçinde..., Türkiye Pavyonu, 2022, Fotoğraf: Marta Tonelli
Gezmekle bitmeyecek sergiler, sonu gelmeyen etkinlikler ve su gibi akan Aperol Sprizt’ler süre giden savaş, bitmeyen felaket haberleri ve yükselen right-alt dengeler arasında bizi içten içe suçlu hissettirse de, uluslararası sanat dünyası pandemi nedeniyle ara verdiği buluşmasına nihayet kavuştu. Venedik Sanat Bienali 59. edisyonu, iki sene önce Mimarlık Bienali yerine Giardini’de açılan The Disquieted Muses isimli arşiv sergisinin etkisini yansıtan bir araştırma kalitesiyle, adeta beş senede bir çıkan bir documenta edisyonu gibi. Alemani, sergi hazırlık süresine eklenen zamanı iyi kullanmış ve bugün sanatın değişen dinamiklerini yansıtan ve pavyonlara ivme kazandıran etkili bir ana sergi çıkarmış.
Kuşkusuz bu edisyon, güçlü bir geri dönüş. Hem sanat tarihine hem de sergi formunun vazgeçilmezliğine hem sanat deneyiminin fizikselliğine hem de kadın aklının ve kalbinin üstünlüğüne…
Comentários