Kendi işleri yolculuk ve yolda kendini bulma üzerine olan Aslı Narin, farklı bir ilhamla yola çıktı. 2016 yazında Gümüşlük Akademisi ve ardından Greenpeace projesiyle gelişen Moving Atelier fikri, Kadir Has Üniversitesi’nde birlikte ders verdiği Gürkan Mıhçı ile Doğu Ekspresi’ne kadar uzandı. Ardından Neslihan Koyuncu ile Kapadokya’da farklı bir iş denedi. ‘Anda’ sanat üretmeye dair ilginç bir kapı aralayan Moving Atelier’i, Aslı Narin ve Gürkan Mıhçı’dan dinledik.
Fotoğraf: Aslı Narin
Moving Atelier fikri nasıl ortaya çıktı?
Gümüşlük Akademisi sanatçı misafir programı ve ardından gelen Greenpeace projesi Artist on Board ile beraber ortaya çıktı. Kendi işlerim yolculuk, kaybolma ve kendini arama üzerine olduğundan bu iki hareketlilik ve yer değiştirme hali de doğal olarak daha önceki fikirlerimle gelişerek aklıma böyle bir proje getirdi. Uzun süredir gitmek istediğim Doğu Ekspresi’ni ve yolculuk süresince üretimi düşünürken aklıma düşen Moving Atelier fikri, başlamasıyla beraber gelişti diyebilirim.
Greenpeace’in Artist on Board projesi birkaç gün gemide vakit geçirdiğin ve iş ürettiğin bir işti. Detaylarını anlatır mısın?
Artist on Board projesi, Öyküm Pala tarafından gerçekleştirilen bir Greenpeace Türkiye projesi. Rainbow Warrior gemisinde üç gün boyunca bizden “Güneşe Yelken Aç” kampanyası çerçevesinde iş üretmemizi istediler ve daha sonra Suriye Pasajı’nda bu işlerin bir sergisi oldu. Üç gün bir gemide hem geminin ritmine uyum sağlayarak hem de kısa sürede iş üretmek çok keyifli ve bir yandan da zorlayıcıydı. Bu projenin Moving Atelier’in ortaya çıkmasında çok önemli bir yeri oldu diyebilirim.
Seyahat esnasında sanat üretmenin zor yanları ve sana iyi gelen yanları neler?
Zor olan kısmı oradaki şartların sürprizli ya da bilinçli şekilde engel olabileceği. Örneğin gemide güneş altında cyanotype baskı yapıyordum ve son gün sabah hava bulutluydu. Bir süre iş yapamaz oldum ve son gün olduğu için güneşin çıkmasını bekledim yarım gün. Bu durum biraz sinir bozucu olabiliyor. Ya da Doğu Ekspresi projemizde yolculuk neredeyse 24 saat sürdü ve üretim kısmının samimi olması açısından bir kez daha - dönerken- binmek istememiştik. Bu da çok az uyuyarak iş üretmeye çalışmamıza neden oldu. İyi yanları ise tamamen üretime, bakmaya, araştırmaya konsantre olmak ve ingilizce deyişiyle “immerse” olmak yani gömülebilmek. Ben hem tam zamanlı çalıştığım hem de sanat üretmekle uğraştığım için bazen bu gömülme kısmında zorlanabiliyorum, sanırım bana en iyi gelen kısmı bu.
Neslihan Koyuncu ile Moving Atelier’in ikinci projesinde Kapadokya’ya gittiniz ve orada biraz daha farlı bir proje gerçekleştirdiniz. Neler yaptınız?
Kapadokya’da yaşayan ortak bir arkadaşımız vardı, bizi davet etti ve kısmen sponsor olmuş oldu iş üretebilmemiz için. Proje için Neslihan’ın arkadaşlığımız üzerinden olan bir sanat işi fikri vardı ve ben onun fikrinin içine dahil olmaya karar verdim. Genelde daha kontrollü ve illa eşit bir şekilde fikir çıkarmak/üretmek zorunda hisseden biri olarak benim için ilk başta bu bir ilkti. Neslihan ile Kapadokya’da bolca tepelerin olduğu ve gerçekten tek bir insan bile geçmeyen yerlerde çekimler yaptık. Birbirimizi tepeler üzerinden fotoğraflarken aramızda mesafe olmasına rağmen birbirimize doğru arkadaşlığımız, kendimiz ve o an düşündüklerimiz üzerine konuştuk ve bunun ses kayıtlarını aldık. Yıllardır birbirimizi tanımamıza rağmen ilk kez beraber seyahat ediyor ve sanat üretiyorduk. Bir yandan üç gün içerisinde birbirimizle paylaşmadığımız birçok şey paylaşmış olduk. Arkadaşlığımız da başka bir boyuta geçti. Sanırım ismi “Yakın Uzak” olacak şimdilik ama üzerinde çalışıyoruz. Özetle orada kimsenin görmediği bir performans yaptık ve şimdi bunu bir video işine çevirmeye çalışıyoruz.
“Sanat üretimimde ne hissettiğimi düşünmek benim için daha coşkulu”
Fotoğraf: Aslı Narin
Genelde sanatçılar önce araştırır, gezer, deneyimler ondan sonra eserini ortaya çıkarır. Sen deneyimlerken sanatı üretiyorsun. Bunun nedeni ne?
Aslında iş, deneyimlediğim anda bitmiyor, evime döndükten sonra üzerinde çalışmaya devam ediyorum ama ana hatlarını olduğum yerde ilk heyecan ve dürtüyle belirlemek hoşuma gidiyor. Evime, masama döndüğümde konuyu nasıl ilerleteceğime dair kafamda bir yol çizmiş oluyorum. Bunu daha samimi buluyorum. Sanat üretimimde fikir ararken önce araştırıp gezmeyi değil önce kendime dönüp ne hissettiğimi ve bakan kişiye ne his vereceğimi düşünmek benim için daha coşkulu. Sezgilerimle hareket ediyorum temelde. Sonrasında araştırıyorum ve işi ilerletiyorum.
Hareket halindeyken sanat üretmek isteyenlere önerilerin var mı?
Önceden çok fazla düşünmemek ve gidilen yer ile ilgili fazla okumamak diyebilirim. Sanatçının kendine özgü bakış açısını görmemiz daha önemli geliyor bana.
Moving Atelier projende hep başkalarıyla çalışıyorsun. Bu seni daha çok besleyen bir şey mi?
Aslında ben kendimi bildim bileli tek çalışmayı tercih ediyorum. Son bir senedir başkalarıyla bir arada olmanın çok iyi geldiğini fark ettim. Herhalde kendimde bir tıkanma noktası oldu. Çünkü tek başıma yapamayacağım fikirlerim oluyor ve beni genişletecek, ilerletecek, ilham verecek insanlar etrafımda varken bu şansımı da kullanmak istedim. Moving Atelier sayesinde yaratıcı işlerle meşgul daha çok kişiyle tanışırım umarım.
Böylece Moving Atelier fikrini daha çok insana yaymak gibi bir hedefin var mı?
Evet, çok istiyorum. Belçika’da yaşayan bir arkadaşım Belçika-Çin arası giden bir trenden bahsetti mesela, aslında tek yönlü mal taşıyan ama geri boş dönen. Onunla şimdi; nasıl izin alınır, nasıl fon bulunur bunun için gibi konular üzerine konuşuyoruz. Zaten projeleri yaptıkça başka insanlardan fikir ve öneriler de gelmeye başladı. Neslihan Koyuncu ile de aslında böyle gitmiştik Kapadokya’ya. İlk Moving Atelier fikrimi paylaştığımda o da böyle bir şeye dahil olmak istediğini söylemişti. Ben de kendisi ile hemen ikinci projeyi ayarlamıştım.
“Moving Atelier’in en sevdiğim kısmı paylaştıkça hareket etmesi”
Sence sanat gündelik hayatın içinde deneyimlenmesi gereken bir şeye mi dönüşüyor?
Dönüşüyor mu bilmiyorum ama bence dönüşmeli. Sanırım sanat iki uca gidiyor, bir taraf bağımsız olan ya da olmayı isteyen insanlardan oluşuyor, bir taraf da bağlantılar ve kurumlar ile ilerleyen ve duvarlar arasında kalan bambaşka bir dünya. Çoğumuz ister istemez ikisi arasında sallanıyoruz. Galerilerle çalışmayan, kendi atölyelerinde sergi yapan, bağımsız bir şekilde kitap/fanzin basan birçok sanatçı görüyoruz. Yurtdışında bu daha da yaygın. Kendi evlerinde sergiler yapan sanatçılar ya da sanatseverler de var. Bağımsız olma durumu hızla artıyor. Belki galeriler ve müzeler de bu artışı görerek kendilerini farklı şekilde evirirler ileride.
Bundan sonraki projelerin neler?
Kesinleşmiş olan ve üçüncü proje, müzisyen Atay İlgün ve şair Meltem Taymen ile beraber olacak. Fanzin ya da kitap olarak; şiir, fotoğraf ve müziğin birleştiği bir şeyler üretmek ve yayınlamak istiyoruz. Bu proje dolayısı ile aklıma Moving Atelier adı altında seri şeklinde her projenin yayınını yapmak geldi şimdilik. İleride imkan olursa ve daha çok proje birikirse seyahat ve sanat üzerine bir sergi yapma fikri oluştu. Moving Atelier’in sevdiğim kısmı, başında sadece tek bir proje planı varken insanlarla paylaştıkça ve ürettikçe adı üzerinde hareket etmesi. Sanırım böyle devam edecek.
Gürkan Mıhçı
“Yolda sesler devinim halinde, kaçırırsanız tekrar kaydetme şansınız yok”
Aslı Narin’le nasıl bir araya geldiniz?
İkimiz de Kadir Has Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı bölümünde ders veriyoruz. Greenpeace gemisi tecrübesinden sonra, acaba başka nereye gidebiliriz diye düşünmeye başlamıştık. “Gemi deneyimi çok güzeldi, bir de tren olsa keşke” demiştik. Tam o sırada da Aslı’nın çabalarıyla Fest Travel bizi Doğu Ekspresi ile Kars turuna ekledi.
Doğu Ekspresi deneyimi nasıldı, neler yaptınız? Ortaya nasıl şeyler çıktı?
Yolculuk yaparken çalışmak biraz zor bir süreç. Bir yandan gördüğünüz ve dinlediğiniz şeyleri kayıt altına almaya çalışırken, diğer yandan başka şeyleri kaçırabiliyorsunuz. Sürekli değişken bir ortam var. Yolda, sesler ve imgeler sürekli bir devinim halinde oluyor ve yetişmeniz gerekiyor çünkü kaçırırsanız geri dönüp tekrar kaydetme şansınız yok. Bu yüzden de, sürekli tetikte olmak gerekiyor. Zaten yol boyunca pek uyumadım.
Fotoğraf: Aslı Narin
Yola çıkmadan nasıl hazırlıklar yaptın?
Gitmeden önce hiç plan yapmadım. Ama, trende nelerle karşılaşacağımı bilmediğim için yanıma birçok farklı mikrofon ve ses kayıt aleti aldım. Vagonların aralarındaki körüklerin seslerinden, lavabo içlerine kadar birçok sesi farklı mikrofonlarla kaydettim. Trenin geçtiği coğrafyaya göre bile değişen sesler vardı. Bunları da elimden geldiğince yakalamaya ve kaydetmeye çalıştım.
“Trenin sesi geçtiği yere göre değişiyor”
Yolculuk esnasında keşfettiğiniz ilginç şeyler oldu mu?
Plansız gittiğim için birçok şeyi orada keşfettim. Mesela, uzun bir süre kompartmanın içindeki lavabonun içinden gelen sesleri (trenin altına dışarı açılıyor) kontak mikrofonla kaydettim. Ya da, trenin zeminini farklı mikrofonlarla kaydettim. Aynı şekilde, vagon aralarındaki plastik körüklere mikrofonlar yapıştırıp kayıt aldım. Hem raylardan gelen sesler hem makine sesleri farklı titreşimlerle birleşip ortaya çok daha kaynağı pek belli olmayan bir ses çıkarttı. Yolculuk sırasında Aslı ile sürekli çalıştık, birbirimizin işleri üstüne konuşma imkanımız pek olmadı fakat, İstanbul’a döndüğümüzde işleri tamamlarken fark ettik ki, ikimiz de insan kullanmamışız. Kendi açımdan bakınca bu yolculuk biraz kendim ile başbaşa kalma ve hem etrafı hem de kendimi dinlemeye izin verdi diyebilirim. Bu yüzden de çok kafamı açan bir yolculuktu.
Senin için bu seyahatte kaydettiğin sesler şimdiye kadar topladıklarından hangi yönleriyle ayrılıyordu?
Ben bir yandan da akademide Ses Peyzajı üstüne çalışıyorum. Etrafımızdaki seslerin bizi nasıl etkilediğine ve seslerin kültürel, tarihsel ve psikolojik önemini araştırıyorum. Her peyzajın farklı bir ses karakteri oluyor. Trenin de öyleydi. Trenin kendi sesi geçtiği yere göre değişiyor. Tünelden veya köprüden geçince farklılaşıyor. Sürekli bir değişim halinde. Tabii bir de tren sesi kendi içinde bir ritmi olan bir ses fakat bu sefer, tren eski olmasına rağmen raylar yenilendiği için trenin sesi biraz daha azalmış. Bu da beni treninin içinde çok daha farklı sesler bulmaya yöneltti. Tabii tren içinden farklı sesler de topladım. Ben işlerimi kaydettiğim ses peyzajlarını daha sonradan bozarak ve / veya daha farklı analog / dijital sesler ekleyerek oluşturuyorum. Bu projedeki kompozisyonlarıma da, sadece orada kaydettiğim sesler değil ayrıca, analog synthesizer kayıtlarımı ve ses kaynağından alıp bozduğum sesleri ekledim.
Üretiminizle Arkaoda’daki bir seride yer aldınız. Doğu Ekspresi projesinden çıkan diğer işleri de sergileyecek misiniz?
Greenpeace projesini SUPA İstanbul’da sergilemiştik. Bu projeyi de Arkaoda Kadıköy ile düzenlediğimiz Sesli Düşünceler’de sunduk ve canlı kurgulayıp çaldık. Ben kompozisyonlarımı canlı çalan biri değilim. Daha çok ses yerleştirmeleri ile uğraşıyorum. O yüzden, Doğu Ekspresi projesini bir sergiye dönüştürme planı var ama hala görüşmeler devam ediyor.
Fotoğraf: Aslı Narin
Comments