top of page
Hüseyin Gökçe

Zaman, artakalanlar ve dünyanın tüm sabahları

Videoist kolektifinin küratörlüğünde dokuz sanatçının eserlerini bir araya getiren İmgenin Parçalı Doğası başlıklı sergi, Barın Han’da izleyiciyle buluştu. Sergideki işleri imge üretmenin halleri ile “artakalanlar” üzerinden ele alıyoruz


Yazı: Hüseyin Gökçe


İmgenin Parçalı Doğası sergisinden yerleştirme görüntüsü, Barın Han


Baharın gelmesiyle, saksıdaki çiçeklere su verirken hayal ediyorum kendimi. Gece sefaları, sardunyalar, fesleğenler, ve daha birçok çiçeğe ve bitkiye su vermenin hazzını ve keyfini yaşıyorum. Yapraklarına su püskürtüyorum. Nemli bir bezle yapraklarını siliyorum. Büyüyorlar ve çiçeğe duruyorlar. Odanın ve pencere önünün atmosferini değiştiriyorlar. Havaların ısınması onlara iyi geldi. Gün ışığını yeterince alıyorlar. Demek oluyor ki onlar için her şey yolunda. Bu imge ve hayal bir taraftan da başka bir imgeyi tetikliyor. İlk önce aralarında bir benzerlik bulamıyorum; belki de hiçbir şekilde alaka kurulması da gerekmiyor. Ama bir taraftan da kendimi bir mezbahanın önünden geçerken görüyorum. Yani bir sardunyaya su verirken bir mezbahanın önünden geçiyorum. Bazen onun önünden geçtiğimin farkında bile değilim. Kimi zaman mezbaha arkamda kalıyor. Dönüp son bir kez bakıyorum. Sıklıkla da çengellere asılmış hayvan cesetleriyle göz göze geliyorum. Sardunyanın kırmızı renkteki çiçekleriyle, derisi yüzülmüş küçük baş bir hayvanın eti imge dünyamda bazen bir araya gelebiliyor.


 

"Birilerinin bir yerlerde belki de aynı şekilde -çoğunlukla böyle olmadığını bilmeme rağmen- beslediği, büyüttüğü bir hayvan yine bir başkası tarafından 'itina' ile boğazlanıyor. Yani bazen bir çiçeğe su verirken aynı zamanda bir mezbahanın önünde buluyorum kendimi. "

 

Fesleğene avucumun içiyle dokunuyorum. Onun o eşsiz kokusu cezbediyor beni. İlk bıçak atıldığında boğazından kan fışkıran bir hayvanın nefessiz kalışı üst üste biniyor. Bir imgenin belirmesinde veya görünüşe gelmesinde birçok olumlu duygu durumu kendini açığa vurabiliyor. Ya da dehşetli ve korkunç bir beliriş hemen ardından gelebiliyor. "İmgenin halleri" bu şekilde işleyebiliyor. Benim orada gösterdiğim veya her gün çiçeklerine bakan birisinin gösterdiği özen, sevgi ve yaklaşım bir çiçeği veya bitkiyi büyütebiliyor.


İmgenin Parçalı Doğası sergisinden yerleştirme görüntüsü, Barın Han


Birilerinin bir yerlerde belki de aynı şekilde -çoğunlukla böyle olmadığını bilmeme rağmen- beslediği, büyüttüğü bir hayvan yine bir başkası tarafından "itina" ile boğazlanıyor. Yani bazen bir çiçeğe su verirken aynı zamanda bir mezbahanın önünde buluyorum kendimi. Tersi geçerli değil. İmgelem dünyam nedense diğerine izin vermiyor. Bir mezbahanın önünde kendimi bulup bir çiçeğe su verirken işlemiyor. Bu durumun herkesin imge dünyasında farklı bir şekilde işleyebileceğini de belirtelim. "İmgenin halleri" bu şekilde de çalışabiliyor. Bir imge görünüşe geldiği anda gerçeklikle arasında bir ayrım beliriyor. Ya da mezbaha örneğinde olduğu gibi hakikatin kendisi olarak hiçbir şekilde parçalanmıyor. Thomas Bernhard'ın biricik hakikat olarak nitelediği mezbaha, Don (Yapı Kredi Yayınları, çev: Mustafa Tüzel) romanında kendine yer bulurken, romanın protagonisti ressam Strauch'un mezbaha sahnesinde belirttiği gibi "Burada açıkça parçalanmışlar, doğranmışlar var. Burada doğallıkla çığlık da var. Doğallıkla! Kulak verirseniz, çığlığı hâlâ duyarsınız. Çığlığı hâlâ hep duyarsınız, çığlık aleti ölü olduğu halde, çoktan kesilmiş, doğranmış, parçalanmış olduğu halde." Dünyanın tüm sabahları istisnasız böyle olaylara sahne oluyor. Artakalanlar o halde bazen zamanın sinesinde katlarından açılıyor veya bu katlar daha da büzülerek “şimdi ve burada”ya sızabiliyor.


İmgenin Parçalı Doğası sergisinden yerleştirme görüntüsü, Barın Han


Bir çiçeğe su vermekten ve hiçbir şekilde susmayacak bir çığlıktan, bu yıl ikinci edisyonu düzenlenen Senkron sergileri kapsamında Hülya Özdemir ve Ferhat Satıcı'nın 2003 yılından beri video eserin gelişmesinde, yaygınlaşmasında diğer sanatsal üretim pratikleriyle olan ilişki yelpazesinin çeşitlenmesinde bağımsız bir işleyişe sahip bir şekilde varlığını sürdüren Videoist'in küratörlüğünde dokuz sanatçının işlerinin bir araya geldiği, Barın Han'da 15 Nisan - 11 Mayıs tarihleri arasında izleyiciyle buluşan İmgenin Parçalı Doğası adlı sergiye geçebiliriz. Ağırlıklı olarak hareketli imaj eserlerin yer aldığı sergi, fotoğraf, yerleştirme, desen gibi diğer üretim pratiklerine yer vermesiyle dikkat çekiyor. Onlar da imgenin halleri üzerine eğiliyorlar. Şeylerin veya birilerinin varlıklarını tehdit eden imajlar sergide kendine daha fazla yer bulurken, tarihsel alegorik bir imgenin yolculuğu, kiminde ise; imge-gerçeklik-hakikat arasındaki sınırlara bakış atılıyor. Şeylerin zaman karşısında çözülmeleri ve dağılmaları da bir imgeyi zamanla başka bir boyuta taşıdığı gerçeğinin de altı çiziliyor.


Servet Koçyiğit, 99 Years, 2014, HD Video, 8'09"


Hareketli imajın bizlere sunduğu en büyük olanaklardan biri, zaman bloklarını montajlamasıdır. İmgeler de zamansal katmanlarda oluşur ve bu katmanlardan görünüşe gelir. Tıpkı geçmişin şimdide açılması ve edimselleşmesi gibidir. Servet Koçyiğit'in video eserinde iki kişinin ipleri sararak bir yumak oluşturması gibi imgeler de zamanla üst üste binebiliyor. Sarıp sarmalanabiliyor. Sıkışık bir hal alabiliyor.


 

"...Bir ağaç dallarından, yapraklarından, gölgesinden ve görünüşünden daha az hakiki değildir."

 

Janis Rafa, Kış Erken Geldi, 2015, Tek kanallı video 2K 16:9, stereo, 3dk


Birilerinin ve nesnelerin şimdisi gerçekten de zor bir durumdayken ve bu olay onun var olma koşullarını giderek zayıflatırken, bu müdahale onun imgesini değiştirebiliyor. Örneğin Jannis Rafa'nın Kış Erken Geldi / Winter Came Early video işinde bir zeytin ağacının hasadına konuk oluyoruz. Ege'nin veya Akdeniz insanlarının imece usulüyle hasadını yaparken zeytin ağacına gösterdiği özenin dışında zeytin ağacının meyvelerinin dökülmesi için traktör aracılığıyla dallarının silkelenmesi ilk başta lirik bir duyumsamanın oluşmasına neden olur gibi. Büyük bir güçle dalları silkelenen ağacın yaprakları kendinden dışarı savrulurken ona karşı büyük bir şiddet uygulandığı gerçeği hemen kendini belli ediyor.


Hülya Özdemir, Algının Karanlık Çekirdeği, 2022 HD Video 5'38"


Tam da bu noktada Hülya Özdemir'in Algının Karanlık Çekirdeği adlı işi bu eserle hiç istemeyeceğimiz bir uyumluluk yakalamış gibi. Şundan dolayı; zeytin ağacına yapılan bu güç gibi diğer birçok insan etkisinin ağaçların yaşamlarını -daha da genelleştirerek söylersek- ekolojik dengeyi ters-yüz ederken, doğada gerçekleşen bu türden olaylar ağıta dönüşüyor. Fakat bu kavrayıştan farklı bir okuma da yapılabilir. Ağaçlar bir suyun yüzeyinde ters-yüz edilmiş bir şekilde görülürken ve yer değiştirirken; bir ağaç dallarından, yapraklarından, gölgesinden ve görünüşünden daha az hakiki değildir. Tıpkı Georges Didi Huberman'ın "Kabuk gövdeden daha az hakiki değildir" sözünde olduğu gibi.


Mehmet Öğüt, Yonga, Çerçeve içinde Obsidyen taşı ve HD Video 16/9, 3'45", 2022


Bir fail olarak insan ile kurucu, yıkıcı, onarıcı bir kuvvet olan zamanın birlikteliği ve karşıtlığı yukarıda andığımız eserlerin dışında üç video işte de vurgulanıyor. Mehmet Öğüt'ün Yonga adlı video işi bu anlamda fail olan insanı merkeze alıyor. Video eserde Öğüt, bir bıçak yapmak için obsidyen bir taşı, bir başka taşla yontuyor ve ona şekil vermeye çalışıyor. Çoğunlukla da bir forma dönüşemeyen eylemliliğe sahne olan bir çalışmaya imza atıyor. Fakat hiçbir şekilde bir bıçak formu elde edemiyor. Maddeden arta kalanları bir çerçeve içinde bir araya getirip yeni bir yüzeyde bir esere dönüştürüyor. Öğüt, maddenin farklı görünümlerinin yanı sıra form-formsuzluk, zanaat-sanat ayrımını sorunsallaştırdığı söylenebilir. Belli bir işlev için üretilmemiş veya tersi yönde üretilmiş veyahut işlevinden koparılmış maddenin bir esere dönüşmesi “Onu yeni bir imgede ele geçirmekle mi alakalı?” sorusunu akla getiriyor. Bir form işi olan sanat, maddenin formsuzluğundan kendine bir şeyler devşirebilir. Maddenin formundan mimesis yasalarıyla yüzyıllar boyunca birçok eser üretilirken; bu işleyiş, algılayış ve yorum gerçekliğe bağlı olarak hatta ondan daha gerçekçi bir hal aldığı zamanlar da oldu. Sanatsal imgeler, bir şeye tıpatıp benzerliğiyle değil, ondan koparak ve bu kopardığını yeni bir formda bakışa sunarak yeni bir görme imkanı ve imge yaratmasıyla ön plana çıkar. Bu anlamda sanatçının obsidyen madde ile olan ilişkisi bu yönde okunabilir.


Esin Aykanat Avcı, Küp Gezegenler, Akrilik kaplarda suda çözünen beyaz kil formlarının geçici kurulumu ve Hd Loop video, 2018


Öte yandan yukarıda bahsettiğimiz üzere zamanın şeyler üzerindeki etkisi en çok da Esin Avcı'nın Küp Gezegenler adlı hem yerleştirmesinde hem de video işinde kendini belli ediyor. İçi su dolu bir cam fanus içinde topraktan yapılmış binalar suyun ve zamanın etkisiyle yavaş yavaş küçük taneler halinde parçalanarak bir müddet sonra o imgeden eser kalmayacak bir yıkıntıya dönüşüyor. Böylelikle maddenin kalıcılık ve geçicilik gibi farklı iki estetik formunun müsebbibinin zaman olduğunu ve bir video eserin her şeyden önce hareket ve zamanla yoğrularak bir imgeye dönüşmesinin bu çalışmayla bir kez daha dikkatlerimize sunulduğunu söyleyebiliriz.


 

"Milyonlarca yıl boyunca kendi oluşumunu sürdüren fosiller veya birçok madde, teknoloji sayesinde çıkarılıp sömürülerek artı değer üretiminde dikkate değer bir kâr sağlamaktadır. Maddeye bu şekilde yaklaşma biçimi bütün bir iklimi, gündelik yaşamı ve kentlerin yapısı gibi birçok şeyi değiştirmektedir. Aynı, Sanayi Devrimi’nden sonra Londra'nın kirli ve puslu görüntüsünde olduğu gibi."

 

Bu noktadan hareketle Ferhat Satıcı'nın geçen Kasım ayında Bilsart' ta Heykeltıraşın Kâbusu adlı sergisinde gösterdiği ve bu sergide de kendine yer bulan Canonica'nın Kâbusu adlı video çalışmasına geçebiliriz. Bu eser adını, ünlü İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica'nın tarihsel alegorik bir özelliğe sahip Taksim Cumhuriyet Anıtı veya Taksim Anıtı olarak anılan işinden alıyor. Satıcı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojinin özelliklerini yansıtan bu anıtı bağlamının dışında farklı bir şekilde yorumluyor. Eserle birlikte bir kayaya olan müdahalenin iklim, coğrafya, çevre ve canlı cansız yaşamına olan etkileri irdeleniyor. Video eser, bu imgenin oluşmasını sağlayan bir taşın İtalya'dan bir gemi ile gökyüzündeki yolculuğuyla başlıyor. Farklı coğrafyalara uğrayan bu geminin anlattıklarını şu şekilde değerlendirmek mümkün: Milyonlarca yıl boyunca kendi oluşumunu sürdüren fosiller veya birçok madde teknoloji sayesinde çıkarılıp sömürülerek artı değer üretiminde dikkate değer bir kâr sağlamaktadır. Maddeye bu şekilde yaklaşma biçimi bütün bir iklimi, gündelik yaşamı, kentlerin yapısı gibi birçok şeyi değiştirmektedir. Aynı, Sanayi Devrimi’nden sonra Londra'nın kirli ve puslu görüntüsünde olduğu gibi. Kapitalizm giderek dünyayı her anlamda büyük bir değişime ve dönüşüme uğratarak kendine özgü korkunç bir imge yaratmıştır. Satıcı, bir uçak gibi her yeri dolaşan bir gemi imgesinden kolonyal dönemlere bir göndermede bulunurken, ondan saçılan irinlerin kapitalizmin işleyiş mantığıyla doğaya yapılan sonsuz müdahalelerin sonucunda oluştuğu vurgusunu yapıyor. Kısaca, bazen bir gemiden veya deniz hatları vapurundan yolumuz Şehzade Adaları'na düşebilir. Çoğunlukla da bir gemiden zenginlik olarak görülen değerli madenler taşınabildiği gibi, bunun büyük bir yıkım olduğu ise zamanla anlaşılacaktır.


Ferhat Satıcı, Canonica'nın Kabusu, 2021, HD BW Video 20'00''


Bir yerde birilerinin yokluğuna göndermede bulunan ama bir zamanlar oradan geçtiklerini imleyen göstergeler üzerinden işleyen imge anlayışını Erdal Duman'ın fotoğraflarında idrak edebiliyoruz. Naylonların bir ağacının dallarına yapıştığı ve sarıldığı fotoğraflar büyük bir ihtimalle mültecilerin yeni bir yaşam için zor ve zorunlu koşullarını veya birilerinin bile isteye onları yerlerinden edip bir yerlere savurmasını imliyor.


 

"Fakat bir gazeteci tarafından bir mültecinin ayağına atılan çelme hiçbir şekilde kuşkuya yer vermeyecek bir açıyla yer verilmesine rağmen, uzun zaman bu gerçekliğin böyle olmadığı Batı basınında farklı yollarla yeniden kurgulanmaya çalışıldı. Öyle ki bir futbol müsabakasında en önemli anların farklı açılardan değerlendirilmesi gibi burada da bu yönde bir açıklama yapma gereği duyuldu."

 

Erdal Duman, Göç Yolları, 2014, Alüminyum kompozit üzerine fine art baskı


İstenilmeyen, zoraki bir şekilde gerçekleşen bir savrulmadan geriye ne kalır? Ama savrulanların ciddi anlamda varlıkları görülmeye başladığında, yerleşiklerin, hali vakti yerinde olanların sınırlarına dayandıklarında hatta bu sınırı geçme denemelerinde ise durum; sınırın o yakasındakiler ile karşı taraftakiler arasında gerilimli bir hal alabiliyor ki bu türden haberlere artık neredeyse her gün rastlıyoruz. Bu noktada geçtiğimiz yıllarda kamerayla çekim yapan bir basın mensubunun bir mülteciye çelme takmasının çokça tartışılan bir haber olduğunu hatırlatmakta fayda var. Nitekim oradaki başka bir gazetecinin kamerasına yansıyan bu olay hem gazetecilik faaliyetinin sorgulanmasına hem de Batı’nın sömürgeci geçmişiyle örtüşen bir imgeyi hatırlatması ile ön plana çıkıyordu. Zira üçüncü dünya ülkelerindeki insanların kendi hayatlarının öznesi olma özelliğini elinden alan bu faaliyet her türlü yaşama kendi çıkarları doğrultusunda çelme atan bir geçmişi de hatırlatıyor. Fakat bir gazeteci tarafından bir mültecinin ayağına atılan çelme hiçbir şekilde kuşkuya yer vermeyecek bir açıyla yer verilmesine rağmen, uzun zaman bu gerçekliğin böyle olmadığı Batı basınında farklı yollarla yeniden kurgulanmaya çalışıldı. Öyle ki bir futbol müsabakasında en önemli anların farklı açılardan değerlendirilmesi gibi burada da bu yönde bir açıklama yapma gereği duyuldu. Sanatçı Serkan Demir de buradan yola çıkarak gerçekliğin yeniden kurgulanması, çarpıtılması ve manipüle edilmesini farklı açılara, teknik bilgilere ve koordinatlara yer vererek ve bunun dışında birçok medyumu da işe koşarak Batı medyasının söylemini yine onların yöntemleriyle alt üst ediyor. Eserler, çarpıtılmaya çalışılan gerçekliği yani çelme anını; açılar, sürelerle bunun bir çelme olduğunu ispatlarken, "kendinde gerçek yoktur" sözü, kulakları sağır edecek şekilde çınlıyor.


Serkan Demir, Kusurlu Hareket, 2017, Polyester, neon, ahşap, metal yazı, 114 x 60 x 140 cm ve Optik Yanılsama, 2022, HD Video, 2'41"


Bu noktada Berat Işık'ın sürekli açılıp kapanan kalem uçlarıyla demokrasinin gelişmesinde önemli bir paya sahip olan basın ve ifade özgürlüğünü sorunsallaştırdığı işine geçebiliriz. Kendi imgesinden başka bir imgeye tahammül edemeyen iktidar pratikleri, ifadenin ve kalemin kuvvetinden korktuğu için bu açılıp kapanan kalem uçlarında olduğu gibi insanları, basını, yazarları ve sanatçıları kararsız, tedirgin ve korku gibi duygu durumunda bırakabiliyor. Kalemin olabilir, düşünebilirsin ve fakat bunu ifade etmeye geldiğinde sansür mekanizmalarından çok otosansürü kendine uygulamam gerektiği bildirilir. Mutlak olan kendi imgesi ve onun konsensüsüdür. Bu imge çoğunlukla öyle bir hal alıyor ki; gerçek, hakikat veya sanatsal bir imge ortaya konulamadığında açılıp kapanan kalem uçları artık bir bir ortadan kayboluyor.


Berat Işık, Baskı, 2016, Video 4'33" Edisyon 3/5+1 AP


Öyleyse İmgenin Parçalı Doğası’nı farklı üretim pratikleriyle, imge üretmenin madde ve zamanla olan ilişkisini irdelemesiyle, bir fail olan insanın maddeye olan müdahalesinin ne türden imgelerle yol açtığı, çoğu zaman da artakalan veya artakalacak olanın bir yıkım olduğunu hatırlatmasıyla ön plana çıkan bir sergi olarak değerlendirebiliriz.

Kommentare


bottom of page