top of page
Evrim Sekmen

Zamanın peşinden giden saat


Gelişmenin her zaman ilerlemeci olduğunu düşünmemiz için yeterli gerekçelerimiz bulunuyor. Bugünün postmodern diskuruyla hareket ettiğimizde çok-disiplinli okumalar bize bugün yaşanılan toplumsal aidiyetlerin ne demek olduğunu müjdeleyip aynı zamanda meşrulaştırıyor. Postmodernizmin üzerinden attığı bir yük olarak“tarih-sizlik,” geçmişte yaşanılan boyutunu çoktan güncelin içersinde bir nostaljiye dönüştürmüştür. Sözlü kültürün tekinsizliği ve yoruma açık olması kamusal alanı da şekillendirmeye başladı. Artık mekanın dört duvarı yeni iletişim biçimleriyle yıkıma uğruyor.

Sertaç Tümer, Ape, İllüstrasyon

Trajik olanı bize sürekli hatırlatan tragedyalardan bugüne hem her şey değişmiş hem de hiçbir şey değişmemişti. Sanatın başlangıcını mimesiste bulan anlayış, zaman-mekan birliğinde, antik çağ insanına hayatı ve onun çetin kurallarını öğretiyordu. Şiddetin ve kötücül enerjilerin ortadan kalkması için bir nevi eğitim aracı olarak görülen tiyatro, gymnasium ve tapınaklar aslında hiç bitmeyen yaşam döngüsüne önemli bir erek sunar. Toplamayla ve biriktirmeyle de sanatla hayat iç içe yeni karışımlar ve sorunlarla yaşamı sarmalamaya başlar. Kurallardan uzaklaşıldıkça ve yeni icatlarla bir taraftan isyan kültürü filizlenirken bir taraftan da eskinin karşısına yeniyi koyar. Toplumsal ve sanata dair örneklerin çoğunda bu çağ hastalığına bir kılıf geçirme derdindedir adeta… Eleştiri eleştirinin içinden yapılmakta modernist eleştirmenler sitüasyonist bakışın önüne geçememektedir. (Bkz. Donald Kuspit, Sanatın Sonu, Metis Yayınları, 2014)

Belli başlı zaman, mekan ve özne diyalektiğiyle yapılan genel kapsamlı eleştiri yetmemektedir ve dijital mecralardaki işler hiçbir kategoriye girmek niyetinde değildir. Yeni mecralardaki retoriğe göz attığımızda metnin kendisi de bir sanat işi olarak ele alınıp süreçsel mekanizmalarla elden geçiriliyor. Kolektiflik anlayışıyla toplumsal mekanizmaya ters düşen roller benimseniyor. Pelin Tan’ın öncülük ettiği Artıkişler Kolektifi'ninTuzlu Su ismini taşıyan son Bienal'de Tekel işçilerinin greviyle ilgili çalışması zamanlar arası bir yolculuk yapmış 70’li yıllardaki politik ruhu Tuzlu Su'da sergilemişti. Bienal'deki belki de en aklı başında ve müphem olmayan işler arasındaydı. O an eski, yeni ve üsluplar arası diyalog her neyse bienalin cevapları hazır gibi duruyordu. Yalnız hayat bu duruma pek hazırlıksız kavgasını sürdürüyordu. Fazla da bir şey beklememe gerekti. Sanat yaşamın hareketine kaç yüz yıl daha yenilecekti?

Hareketin devinim halinde çalışması zamanın sürekli tekrar eden durağanlığına atıf yapar. Merkezden uzak yaşayan kişilerin göçle ilgili sınıfsal, güç istenci sürekli tekrar eden bir geleceksizleştirme durumunu konuşmaya iteler. Öteki ve merkez kavramıyla mikro-direnç noktaları oluşturulur. 2015 yılının Nisan ayında açtığı retrospektif şeklindeki Zamancı sergisiyle Ali Kazma saat mefhumu üzerinden yaptığı sorgulamaları geçmişten alıp şimdi kavramında çözmeye çalıştı. Küratörlüğünü Emre Baykal’ın yaptığı sergi zaman kavramını mekan ve bedene ilişkin sorularla çoğalttı. Dövmeci işi en çok akılda kalanlardandı. Onun dışında 18. yüzyıl saatinin sökülüp takılmasını ekrana yansıtan saat ustası bilinen bir diğer iyi bilinen işlerinden. Modern kavramını sorguladığı Engellemeler ve Rezistans adlı iki ana aksı sanatçının iki ayrı yolunu izleyiciye gösterir. Emre Baykal, Engellemeler sergisini kişinin bedeninin doğumdan ölüme yaşanan süreçte bu süreci yavaşlatıp geciktirmeye yönelik uğraşların bir bütünü olarak görür.

İstiklal Caddesi, ARTER, 2015, Fotoğraf: Murat Germen

Pratik zaman icatlarla ve geçici çözümlerle teorik zamanın önüne geçmişti. Bilime ilham kaynağı olan felsefe artık felsefeyle bilimin bir sentez oluşturmasıyla sanat dininin temelini atmıştı. Bourdieu’nun simgesel zamanında Hegel’in değerli gördükleri tüm dünyada sanat ve zanaat sınırlarını ortadan kaldırmıştır. Bu kadim tartışma hala daha sürerken yaşam kendini sonsuz önermeler denizine bırakmıştır. Kamusal alanda artistin hayaleti sessizleşmiş herkes kamusal sorunlarını şiirsel, bol devinimli bir harekette çözmeye çalışmıştır. Hiperaktif bir hayat başka türlü göğüslenemezdi... Görevimiz süper kahramanlarla aynıydı. Bir kişiden bölünmüş birçok karakter bekleniyordu. Çalışma yaşamında ezilen, alışveriş yaparken hakkını arayan biri aynıydı artık. Öznenin rolü sürekli aktifleşiyor ve kendine yeni roller yaratıyordu. Tanımlamanın aslında yok ettiğini söyleyen avangart sesler kültür kompleksi çeperinde enikonu popülist aktivist bir işleve bürünüyordu.

Zamanın parçalı olması ve geleneksel eski yeni yaklaşımına farklı bir dilsel yol bulma çalışmaları sanatçının yapıp ettiklerinin, auranın parçalanmış oluşuyla ilgilidir. Antikiteden günümüze bu büyük okumaların yapılma nedenidir. Tarihin sonu, sanatçının ölümü hezeyanları postmodern çağa duyulan kaygınında sonucu olarak gösterilebilir. Siber-uzay çağında tarihin dramları, ulus devletlerin büyük bir güç oluşturması kapitalist dünyaya yönelik nostaljik bir yas ortamıdır. Sondan başlayan bir hayat bize artık konseptler ve üsluplar çeşitliliğini müjdeler. Bağlamından koparılmış hal ve durumlar patetik bir teselli bulmadır. O nedenle hikayeyi kim yazmış nasıl bitmişi sormanın hikayeci bir anlatının değeri yoktur. Ekonomi politik düzen içinde kentler tüm bu distopyanın yaşandığı yerdedir. Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında… Bu belirsiz aralıkta yaşanan hayattan ne bekleyebilirdik? Ahmet Hamdi’nin bu puslu ortamı bir arada bulunduğu ressamların etkisinde söylediği çağın ateşini anımsattığı bir tenkittir. Ahmet Hamdi sanatla birlikte eleştirinin de başladığı düşüncesindedir.

Güncel sanatın hep tartıştığı deneyimlenme anı 1990’lardan sonra çağdaş olanı dışlamaya kendi kültürünü çoğaltıcı örneklerle sarmalamaya başladı. Eskiden "Bunu ben de yaparım," denilen çıkışlar çok katmanlı sergi okumalarıyla bertaraf edildi. Çağdaş sanatın bugüne kadar getirdiği görsel çözümlemeler salt sanat formasyonu içinde değil anlatıcı ve aktarıcı yönü güçlü kuramsal metinlere dönüştü. Bu noktada sanatçı iyileştirici ve anlatıcı yönünü önem kazandı. Sanatın içerisinde bulmaya başladıkları çözümler güncel yaşanılan olayları kapsamamaya başladı. Bu söylediklerimizin hepsi sanat eleştirmeni Nicolas Bourriaud çevresinde toplanan sanatçılar tarafından işi sergi alanında yemek pişirmeye vardıracak sanatçı Rirkrit Tiravanija’nın dağıttığı kore yemeği, beyaz küpün en derin ve tartışmalı etkinliğiydi. Bu etkinliği bazıları Duchamp'la kıyasladı.

Rirkrit Tiravanija ile workshop. Food for Though. Danimarka. 2008, Fotoğraf: York Wegerhoff

Son İstanbul Bienali olan Tuzlu Su ise etrafındaki dalgalanmalar, titreşimler sanat yapma biçimlerinin kapsayıcısı olarak çağdaşla günceli dünyadaki iyi örnekleriyle bir araya getirdi. Yine sergi gezerken izleyiciden sadece bir göz değil anlatılanla arasında sofistike bağ kurması, sanatçının isyan derecesinde bir özneye dönüşmesi talep edildi.

Görsel kültürlere adanmış bir araç olan sanat yapma edimi sözlü kültürün ağırlıkta olduğu yaşamında sohbeti ve iletişim kurmayı en iyi sanat yapma biçimi olarak gören toplum için sanatın açılımları farklı olmuştur. Beraberinde bazı sorunları, yaşamı algılayıştaki farklılıkları sorununu ortaya çıkarır. Kahvehanelerde ülke meselesini konuşan kıraathanelerde düşünsel ve sözlü edebiyat sohbetleri yapan aydın sınıfı için teoriden ortaya çıkan bir sanat yapmak için dilin düşünme kurallarıyla hemhal olmak önemlidir. Sadece görsel sanatlarda değil gösteri sanatlarında da sanatın yaşadığı kıvrımlar edebi yanı güçlü, hemen hemen her sözü aydın kesim için manifesto bağlamında sözlerdir. Resim heykel edebiyatçılardan çok kopuk bir değildir.

KAMUSAL ALANIN DÖNÜŞÜMÜ

Kahvelerde ve kıraathanelerde eski ve yeni tartışması önemli bir odaktır. Osmanlının tüm dünyaya hakim özelliği Batı tarzı düşünce ve yaşam şekilleriyle tersine dönmeye başlamıştır. Yemenden kahve dışında batıya götürülen yeni düşünme biçimleri kahvehane sohbetleriyle Osmanlı hayatını tembel ve zevkine düşkün göstermiştir. Eski yeni tartışması hayal perdesinde değil kamusal alanda bir realite eşliğinde tartışılır olmuştur. Değerli yazarlara ait anılar, günceler, hikayeler Osmanlı Devleti'nin yüzyıl sonunu betimlemişlerdir. İstanbul, mimarisiyle egzotizmi ve romantikliği ile Osmanlının eski güzel günlerinin yeniden bir tasviridir.

Kahvehane hayatı tıpkı bir gazete gibi sokaklarda konuşuluyor. Kahvenin rahiyası eşliğinde Yahya Kemal anlaşılmasa da terennüm ediliyordu. Eski görkemli günlerin hayali Yahya Kemal’in dizelerinde İstanbul’a bir aşk mektubu gibidir. Bu romantizm Cumhuriyet Dönemi'nde bir halk yaratma zamanında kamusal alanın demokrasi fikrine teşne oldu. Gazeteler, 50li yıllarda gündelik siyasetin ve popüler kültürün yansıtıldığı bir alanken bugün tek başına bir kişinin neredeyse medya aracılığıyla tüm dünyaya seslenmesi hayalini gerçekleştirmiştir. 50lerdeki kamusal iştah ve eleştirel bakış kişilerin kendi dünyalarındaki ekonomik ve sosyal duruştan öteye geçememiştir. Bireyler tüketiciyi oynayabildikleri sürece varlıklarını ispat edebiliyorlar. Hak sahibi olmak mülk sahibi olanla neredeyse aynı anlama geliyor sosyal devlet sorunları kapitalin hareketinde kendine bir yol edinebiliyordu. Yeni kamusal alan bir mekanın içinde acı çekmiyor. Çeşitli networklerle istediği kişiye ulaşabiliyor beğendiği ideolojiyi savunabiliyor. Habermas, postmodern kavramıyla çerçevelenen bu yapı eski ile yeni arasında bir kıyaslama değil eskiyi

tüm bunların yanında bir öncül olarak değerlendiriyor. Sonrası kavramını ortaya atıyordu.

Beyaz Küp'ün sıkıntıları yine de geçmiyor. İzleyici ne yaparsa yapsın sanatçının aurasından etkilenen ve onu gözlemlemeye gelen ama özünde sadece bir sanat takipçisi. Takipçilik ise kendi içinde üretimi çoğaltmaya devam ediyor. Sinemadan ve tiyatrodan çıkan bir göz gibi olmaya alıştığından öykünün içinde kendine yer arıyor. Anne Ben Barbar Mıyım’daki Halil Altındere'nin kentsel dönüşümlü alakalı Wonderland isimli işi müzikle klip estetiğinde sergi alanında müziği asal oyunculardan biri yapmıştır. Sergideki diğer çalışmalar belgesel tarzında çekilmiş evini yıktırmak istemeyen Dolapdereli vatandaşın rakısını önüne alıp inadını neden sürdürdüğünü anlatmasıyla video, Picasso yüceliğine erişiyordu. Yeni medyanın realist tutumu güncel iş yapan sanatçı için uykudan uyandırma gibidir. Geçmişin hayaletleri bireyin kendisinde ortaya başka bir cisimle bürünmeliydi. Bunu yapacak olanda dijital medyanın gereçleri olacaktı. Bu sinema ile videoyu birbirine yaklaştırmış enstalasyonuysa yerine ikame edilemez kılmıştı. Kutluğ Ataman’ın eşcinsel kimliğini bağırırcasına askerlikten men edilen belgesini bienal duvarlarına çıkarmasından önce duygusal yanı ağır olan Lola + Bilidikid isimli bir sinema filmi yapmıştı. İnsanın kendiyle yüzleştiği anları olmasa bu kadar çok mahremini ortaya dökemezdi. Mahrem 20 sene önce içeriğini dolduracak bir sürü konu içinde barındırdı. Şimdi ise medyada olup bitenler militarist bakış sayesinde toplumun ötekilerini yaratılmaya devam ediyor. Sanat medyasının tersine Amerika konusuna biz bir de olumlu taraftan yaklaşalım.

Kutluğ Ataman, Lola + Billidikid, 1999, 90 dk

Sanat tragedyanın doğuşundaki Apollon-Dyonisos bakışı tutkuyla sanat yapma romantizmin ayak sesleri faşizmle özdeşleşiyor yine de heyecan ve tutku eksikliğinden dem vuruluyordu. Görsel olanın yüzeysel olması derin konuları teorisyenlere bırakmak bir grup bilincinde çalışıyor olmak gündelik hayattaki isyanı ve bozgunculuk talebini bastıramıyordu. Sanatı sanattan sorma vakti geçmemiş olsaydı belki bizde bir aşk şarkısı dinleyip mutluluğu beklemezdik. Müzik, sanat ve medyayla kurulan ilişki geçen sezon Pera Müzesi'nde sergilenen Bu bir aşk şarkısı değil sergisinde göçmenlerin ve afro-Amerikalıların müzikle ve dansla sürdürdüğü Amerikan ideolojisinin bir parçasıydı. Bu ideali paylaşanların çoğunluğu dans ve sporla kendilerine bir kariyer umudu sağlayabiliyor böylece suçtan ve madde kullanımından ayrı kalabiliyordu. Asi ruhun içinde kök saldığı afrodizyaklar rehabilite edilmeye çalışılıyordu. Blues ve rock müziğin patetik kökleri efsanevi isimleri yaratmıştı. Sıra bu kültürün iyileştirilmesindeydi. Amerikan Pop’nun toplumsal yaşamla iç içe geçen underground kültürü benimseyen videolar her ne kadar demokratik görünse bile yine de pop’un devlerini kültürel ayrımcılığı ve star konusunu tamamen ortadan kaldıramıyor. Psychedelic ilaçlar bir müzik tarzına işaret etmesi 60’ların rock müziğine eşlik eden uyuştururcular hızlı yaşa genç öl düsturunu kültür endüstrisi içinde eritmeyi başarmış David Bowie’nin giderayak “Yeniden dirileceğim,” sözleri bile kültür endüstrisi içinde ruhani bir teslimiyet anlamı taşıyordu.

Zamanı durduran bir hayat varken varlık nedenleri her zaman belli olmayan saatlerin neyi gösterdiğini düşünmek yine akabinde bir soru akla getiriyor. Dünyaya tutunurken mutlaka bir gösterene ihtiyaç duyuyoruz. Sanat, bugün bu işlevi tek başına başka disiplinlerle bir arada ilişkisel olarak yapmaya çabalıyor. O nedenle sanatın öznelliği her daim önemli oluyor ve bu diskur sürekli çözümlenmek istiyor. Silahların susmadığı bir barış ortamında gerçek savaşları ve retorikleri bilip idrak etmek bazen bir sonsuzluk şarkısında bazen sıradan bir beyaz küp sergisinde bazen de hiçbirinde gözlemlenebilir. Hiçlik duygusuyla kuşatılmış olmanın umutsuzluk barındırdığını kabul ettiğimizde aradığımız cevaplara yeni yollar açılıyor ve yeni kökleşmelere, derinleşmelere uç veriyor.

Comments


bottom of page