top of page
Fırat Arapoğlu

Zamansızlığın ve mekânsızlığın Seçil’mesi


Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde 6 Nisan’a dek devam eden Seçil Erel'in Bir Başka Gerçeklik ve Martch Art Project'te 29 Mart’a dek devam eden Seçil Büyükkan'ın Yeni Bir Günün Anısı isimli sergilerini, her iki sanatçının da üretimlerine hakim bir kalem olarak bu anlamlı isim denk gelişleri üzerinden karşılaştırmalar yaparak Fırat Arapoğlu değerlendirdi

1101 kelime

Seçil Erel, Bir Başka Gerçeklik sergi görüntüsü

Bazı çağdaş filozoflar yaşanan an’ın ayrıcalığının bir yer’e sahip olmama, bir temelden hareket etmeme açısından önemli olduğunu ileri sürüyor. Jean Luc-Nancy, Alan Badiou, Ernesto Laclau gibi isimler, verili bir durağan mekan ve zaman düşüncesini reddederek, yer’i bir nevi Martin Heidegger’in “uçurum” (abyss) kavramı üzerinden tarif ediyorlar. Bu düşünceye göre, “tesadüf” aslında eşsiz bir deneyim alanı sunmakta ve bu açıdan bir yer’de olmak birincil önemde değil. Çünkü içine verili bir yeryüzü tanımı ve hatta politik angajman yüklenmeksizin, durağan bir yer düşüncesi kabul edilemez.

O halde eğer sabit bir yer düşüncesi yoksa, o zaman yerçekimini daha az konuşmaya başlarız. Yerçekiminin azalması, boşlukta canlıların ve nesnelerin süzülmesini sağlar ve birey, böyle bir ortamda yön duygusunu kaybeder. İşte bu durumda zamanın ve tarihin devre dışı kaldığını görebiliriz. Çünkü bireyin yön duygusunu kaybetmesi, belirli bir biçimde çizgisel perspektifin ortadan kalkmasını sağlar. Çizgisel perspektifin ortadan kalkmasıysa, “sınır” duygusunun kaybolması anlamına gelir ve böylece, başı ve sonu olan tanımlanmış bir olgu yerine, “daimi bir oluş halini” düşünmeye başlarız.

Seçil Erel, Bir Başka Gerçeklik sergi görüntüsü

“Zamansızlık” ve “yer’sizlik” Seçil Erel’in Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde devam eden Bir Başka Gerçeklik ve yine Seçil Büyükkan’ın Martch Art Project’de devam eden Yeni Bir Günün Anısı sergilerinin, bence, paylaştıkları iki önemli anahtar sözcük. Sergi başlıklarına dikkat edilirse Erel, hakikati verili bir olgu olarak görmekten imtina ile kaçınarak, bir tür zamanı ve olayları akışına bırakma halini yansıtırken, Büyükkan oksimoron olarak geçmiş ve şu an’ı bir araya getirerek zamansızlık ve mekânsızlık düşüncesine referans veriyor. Bu ortak noktalarıyla, her iki sergi biraz daha yakından bakılmayı hak ediyor.

Seçil Erel bu sergisinde, daha önceki serilerinde aşina olduğumuz matematiksel, kesin ve geometrik ifadenin yerine daha spritüal tarz içeren işlerle karşımıza çıkıyor. Kısa bir anımsatmayla 2014 yılındaki Alan sergisinde mekan fikrinden hareketle, bireysel olarak yaşadığı mekanları sorgulayarak, kendi kişisel geçmişine odaklanmıştı. O sergide yatay ve dikey çizgilerle oluşturulan resimler birer mimari çizimi andırarak, yaşam deneyiminin topografyasını çıkarmaya çalışıyordu.

Bir Başka Gerçeklik serisiyle, rasyonel düşüncenin işleri üzerindeki etkisini azaltarak, “daimi akışkanlık ve değişimi” vurgulayan bir düşünce ve ifade sürecine evrilmiş. Belirsizlik (Fatoş Üstek’in Kabullenmenin Huzuru başlıklı katalog yazısında “rastlantı” olarak tanımladığı) ve sezgisellik çalışmaların büyük bir kısmına hakim olmuş durumda. Örneğin 200 x 450 cm boyutlarındaki Birleşme çalışmasına baktığınızda, fondaki dikey ve düşey çizimler mimari sınırları belirterek bize sanatçının eski çalışmalarındaki yöntemini anımsatırken, ön-alandaki koçbaşı formundaki kıvrımlar sanatçının, sanata ve yaşama bakışındaki farklılaşmasının ipuçlarını veriyor.

Şans ve değişim sanatçının işlerinde önemli bir yer almaya başlamış ve bunu Müteşekkir Olmak isimli dört parçalı çalışmasında görebiliyorsunuz. Mimari kurgular veya kurgulanmış olma hali, yerini “yeniyi yaratma” adına nispeten “rastgele” olmaklık haline bırakıyor. Denge, Hayal Gücü, Sezgi, Güven, Neşe, Bereket ve Kök isimlerini taşıyan ve yedi panelden oluşan çalışma, Fatoş Üstek’in belirttiği biçimiyle insanda bulunan yedi çakrayla ilişkilendirilen renkleri kullanıyor.

Seçil Erel, Bir Başka Gerçeklik

Seçil Erel, 3 Mart tarihli Evrim Altuğ ile gerçekleştirdiği Gazete Duvar röportajında, yeni işlerinin arkasında yer alan düşüncelere dair fazlasıyla ipuçları veriyor. Örneğin deniz kabuğu formlarına dair şunları söylüyor: “İngiltere’nin sahil tarafındaki bir yere gittiğimizde, deniz kabuğu toplarken sergideki bir iş çıktı. Aslında bütün kurgusal gerçekliğin, doğadan ve bir deniz kabuğundan geldiğini, tüm bu üzerinde konuştuğumuz kurgusal gerçekliğin buradan geldiğini hatırlayıp, onun üzerine yoğunlaşmış oldum.”

Kabullenmenin Huzuru çalışmasındaki elmas biçimi önünde yer alan uterüs formu, yaşamındaki değişimleri yansıtan önemli bir ifadeyi içeriyor. Antik Yunan ve Roma mitolojisinde Tanrıların gözyaşları anlamına gelen elmas fonu önündeki rahim çizimini Erel şu biçimde açıklıyor: “O bence, benim hayatımda yaptığım en sıra dışı işlerden bir tanesi oldu. Bunun altındaki o rahim de benim, artık ne bir kadın, ne anne olarak hiçbir şeyden korkmadığımı hissettirdi. Çünkü hayatım boyunca kadın olmanın bir ‘sorun’ olduğu hissiyle var oldum.”

Sergideki işlerin genel bütünlüğü bize Erel’in batı-merkezli bir matematiksel kesinlik ve perspektiften, doğuya has Taoizm, Zen Budizm ve meditasyona doğru bir geçiş yaşadığını gösteriyor. Ama bu unsurlar Dadacı bir nihilizmle değil, Umberto Eco’nun Açık Yapıt çalışmasındaki boş alanlar teziyle okunmalı. Erel izleyicisine boş alanlar bırakarak, her seferinde hayal gücü ve sezginin işe koyularak izleyicinin yeni anlamlar üretmesini arzuluyor.

Şimdi, zamanı ve mekanı tespit edemeyeceğiniz bir manzaraya baktığınızı ve gökyüzünün altın rengiyle boyandığını düşünün. Bu renk, gün doğumunu mu yoksa gün batımını mı sembolize eder? Peki o manzaranın zemininde derin boşluklar olmasına dair nasıl akıl yürütebiliriz? Yeryüzü yüzeyindeki derin çukurlar – ya da uçurumlar – inşaat temelleri midir yoksa bir antik kazı alanı mı? Peki bu yüzey neresidir?

Seçil Büyükkan Yeni Bir Günün Anısı serisinde matematiksel perspektifi bırakmadan, izleyiciyi durağan bir bakış açısına oturtuyor. Ama, izleyici, ufuk çizgisine göre üstten bir bakışa yerleştirildiği konumuyla, baktığı yer’i tanımlama konusunda zorlanıyor. Çünkü manzaralarda çiçekli bitkiler, çalılar, tepeler ve girintiler ve çukurlar dışında yorumsamaya izin verici semboller yer almıyor.

Seçil Büyükkan, Yeni Bir Günün Anısı

Sanatçının çizimlerinde izleyiciyi yukarıda konumlandırması, sanatçının bizi yönlendirmesiyle, manzaralarda insan ve doğa ilişkisini yatay bir formda değil, dikey bir ilişkide yorumlamamızı gerektirir. İzleyici, bir drone’nin bakış açısında değilse de kayalardan ufka bakan Caspar Friedrich David’in sis denizine bakan gezginin durduğu pozisyondadır. Bu da manzaraya bakışına dair gözetleyen ve takip eden figür olarak kendimizi hissetmemizi sağlıyor. Peki, manzaralardaki çukurlar ne anlama geliyor?

Bir inşaat temeli ya da antik bir kazı alanı mı diye sormuştuk. Peki acaba kent uçuruma yuvarlanmış olabilir mi? İnsan ve doğa ilişkisinin diyalektiği, bugün yaşanılan çevre felaketleri, nüfus yoğunluğu ve ekonomik eşitsizliklere kadar uzanmış durumda ve izleyici geometrik olarak gayet düzgün görünen uçurumlarda, sanki bir kentin yok oluşunu izliyor, dramatik bir biçimde. Ama öte yandan eğer yeni bir medenileşmenin ipuçlarını içinde taşıyorsa, o zaman bir doğum, yaşam ve ölüm çevreni içerisindeyiz demektir. Elbette her iki tespitin aynı dramı ifade ettiğini belirtmeye gerek yok. İster yok olma ister yeniden yapılanma anlamına gelsin, doğmak, ölmeyi de facto içerir.

Seçil Büyükkan, Yeni Bir Günün Anısı

Seçil Büyükkan’ın manzaralarındaki en dikkat çekici olgu, kanımca, izleyicinin yerleştirildiği pozisyondur. Resme bakan kişi, resmin öznesi mi yoksa nesnesi mi olduğunu kolay karar veremeyecektir. Ufkun üzerinden bakarken, yeni bir dünyayı arzulayabilir ya da yok oluşa hayıflanabilir. Hakikate dair algımızı yönlendirmeye çalışan hiper-realistik bir çağda, Büyükkan, olduğu gibi değil, inşa edebileceğimiz bir mekanı bizlere sunuyor. Bize sunulan realist imajların hakiki olmadığını ve onları unutmamız gerektiğini gösterirken, aksine yeni zaman ve mekan bağlantıları kurmamız gerektiğini anımsatıyor. Umudun gökyüzüne bakmakta olduğunu, belki de şimdi, altın rengiyle boyanmış gökyüzünde bulabiliriz.

Her iki sanatçıda bizlere var olan formlar üzerine düşünmek yerine, olası formlara dair düşünce ufkumuzu geliştirmenin gerekliliğini anımsatıyorlar. Renk kullanımlarındaki kontrastları, perspektif kullanımının çeşitliliği, figüratif ve soyutlama arasındaki yaklaşım farklılıkları ilk elden vurgulanabilecek çelişkiler. Ama, bizi düşünmeye sevk ettikleri belirsizlik ve kolay tanımlanamazlık olguları, yaratıcı düşüncenin ortaya çıkmasını sağlıyor. Seçil’ler, isimleriyle müsemma olarak, dönem sergilerinden böylece ayrıştırılabilir.

Comments


bottom of page