2019’da Antalya’da faaliyete geçmiş, kâr amacı gütmeyen, disiplinler arası bir platform olan are, geçmişte bir dönemi paylaşan ve o dönemde birlikte büyüyen ve değişen dört sanatçının, Derya Yıldız, Seray Özdemir-Studio Domestic Fiction, Ulufer Çelik ve Yağmur Uyanık’ın işlerinden oluşan Şeylerin Ailesi sergisi, bugün sona eriyor. Geçmişte olmuş ve şimdiye tercüme edilmiş şeyler aracılığıyla canlı ve cansız varlıklar arasındaki ilişkinin ürettiği bir dünya inşa eden sergiyi Can Küçük yapıtlar üzerinden değerlendirdi
Yazı: Can Küçük
Ulufer Çelik, Beni Geri Düşlüyor, 2020,
El yapımı kağıt üzerine pastel, 120 x 120 cm
I.
[Beni Geri Düşlüyor, Ulufer Çelik]
Ulufer gibi ben de burada doğup büyüdüm ve sanki bu yüzden resimdeki manzaranın nasıl bir yerden kopup geldiğini anlıyor gibiyim. Büyük tarihi kapı, Kibele, kediler, kaplumbağalar, oynayan çocuklar, kadınlar, toprak, deniz, taştan kale, tekne, park, top, dağlar, hepsi az sayıda renkte pastel boyayla, çocuksu biçimde boyanmış; yalnızca şehirdeki yaşamdan çocukluğa geri dönerek bahsedildiği için değil, bu aynı zamanda imgeleri seyreltmenin yetişkince bir yolu. Her bir figür ve nesne bir diğeriyle ilişkili olsa da hiçbiri dip dibe değil, hepsi birbirine yeterince mesafe almış ve bağımsız görünüyorlar. Şehrin ortakları olarak en azından görünürde hiyerarşiden yoksunlar, tabii bu onlara aynı mesafeden bakma fırsatımızın olduğu resim ortamında geçerli. Yine de bu alanı onlara tanıyan şeyde şehrin payını düşünüyorum. Yerleştikleri ferah manzara Antalya için mutlaka iyi imkânla gelen bir şeyden ziyade yapısal bir özellik, örneğin bir sebepten yaşam sıkıntısı çekiyorsanız bu temiz havayla dolu, geniş, sakin, zamanın ağır aktığı, sessiz bir arka planda gerçekleşebilir. Top oynayan çocukların içinin yandığını görüyorum, kadınların çevredeki uyaranlara karşı pozisyon alarak etrafı kolladıklarını da. Her biri resmin bazı yerlerinde gökyüzünden mi düştüğü, topraktan mı büyüdüğü belli olmayan ateş damlaları gibiler; oldukları yerde, hareketsiz ve yaşam dolu. Resim büyük bir kâğıda boyanmış ve on iki parçaya bölünüp aralarına biraz mesafe verilerek asılmış. Bu ayırma, manzaradakileri birbirinden koparmak yerine onlara daha yakından bakmamız için kadrajlamaya yarıyor. Ulufer’in resmi Rotterdam’da yapıp buraya getirdiğini öğrenince kâğıdı parçalama işinde onu uçakta kolay taşımanın etkisini düşünüyorum. Etkisi varsa eğer, bu işlem resimle örtüşüyor; geçmişe ait bir görüntü yer değiştirirken parçalar halinde üst üste konulup taşınıyor, hatırlanacağı zaman yan yana açılıp bakılıyor, bir hata yapılmadıysa, örneğin mavi kadınla Kibele’nin veya top oynayan çocukla tarihi kapının kolonlarından birinin olduğu parçalar yanlışlıkla birbirinin yerine konulmadıysa eğer, çocukluğa ait o görüntü tam anlamıyla hatırlanıyor.
Yağmur Uyanı, Öz Yaratım: Birlikte Oluşmanın Katmanları, 2019,
3 boyutlu baskı, 4 dakika ses loop, 10 x 20 x 25 cm
II.
[Öz Yaratım: Birlikte Oluşmanın Katmanları, Yağmur Uyanık]
Köşeye yakın bir kaidenin üstünde mermerden bir Antik Yunan heykeli başı duruyor. Bu antik yüzlerde eksik organlara alışığız ama onun suratında, dudaklarından burnuna her şey yerinde. Hatta kafasının üstünde arkaya doğru deniz anası gövdesine benzeyen şişkin, uyumsuz bir fazlalık var. Yakından bakınca yüzeyinde üç boyutlu baskı ya da CNC izleri görünüyor, demek ki baş, katmanlar milim milim üst üste gelerek veya bir kütleden oyularak oluşmuş. Üstteki ura benzeyen kısmın göz oyuntularını fark edince onun alttakiyle iç içe geçmiş ikinci bir baş olduğunu tahmin ediyorum. Heykelin tipi akla bildik bir Yunan heykelini getirse de onu kafamda bütünüyle bir vücuda tamamlayamıyorum, imgesi daha çok bir mantar gibi eklenerek kestirilemez biçimlere doğru büyüyor. Böyle bir kalıntı restorasyona pek uygun olmazdı, onu neye göre tamamlayacaklar? Dolayısıyla bu baş, öncesi ve sonrası belirsiz, hatalı bir cisim olarak korunmalı. Metinde okuduğuma göre iki baştan biri Büyük İskender’e, diğeri Perikles’e ait. British Museum’un web sitesinde heykellerin orijinallerine ait fotoğraflardan karşımdaki heykelin Perikles’in kafasındaki miğferin alınıp Büyük İskender’in saçı eksilmiş tepe kısmına yerleştirilmesiyle oluştuğunu anlıyorum. Miğfer orijinal yerinde, Perikles’in kafasında sağlam ve ihtişamlı görünüyor, üstüne yerleştiği başla bütünleştiği ve onu koruduğu belli oluyor. Yeni yerindeyse düşmek üzere veya kesilip alınması gerek gibi duruyor. Onlar, biri diğerinin şapkasını deneyen iki yakın arkadaş değil, iki büyük savaşçı olduklarına göre bu tarihsel imgenin şapka böyle tam oturmamış, savaşçılar da hazırlıksız haldeyken sabitlenmesi tarihe uygun düşer mi? Bu arada heykel üç boyutlu yazıcıda kumtaşından dökülmüş, yani mermer değil ve mermere göre aşınması çok daha kolay. Bu malzeme bana iki sene önce sonbaharda, yine Antalya’dayken gidip gezdiğim Lara plajının denize yakın yerinde kurulan kumdan heykellerin olduğu açık hava sergisini hatırlattı. Tarihten, mitolojiden, popüler kültürden kişilerin kumdan yapılmış, birkaç insan boyunda büyük heykelleri vardı. Çocukken aynı sahilde kumdan kale yapmıştım ama sergideki heykeller -Zeus, Atatürk, Kaptan Jack Sparrow- bildiğim kumdan şeylerin aksine hiç akışkan görünmüyorlardı. Sert geçen o mevsimde bile hiç bozulmadan durmayı başarmışlardı.
Derya Yıldız, ABCÇDEFGĞHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ, 2020,
Kağıt üzerine mürekkep, 21 x 29,7 (her biri)
III.
[ABCÇDEFGĞHIİJKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ, Derya Yıldız]
Duvarda yan yana asılı duran iki çerçevede A’dan Z’ye bütün harflerin yazılı olduğu birer kâğıt var. Yazmayı öğrenirken yapılan bir alıştırma gibi, harfler birinde sağ, diğerinde sol elle yazılmış. Ulufer’in kullanmaya alışkın olduğu eliyle çizdiği tercihen yamuk çizgilerin aksine Derya’nın sol eliyle yazdığı harfler ister istemez bozuklar. İnsanın yabancı tarafını gizlice beklettiği yerden ortaya çıkarması için kendini sakatlaması, en azından zayıflatması iyi bir yöntem. Böyle yaptığında, örneğin sol eliyle yazdığında, çizgilere yakından bakıp aslında herkesin yazısında var olan titrek çizgileri fark edebilir ve bir başkasıyla empati kurduğunu hissedebilir. İşin moral bozucu tarafı bu alıştırmaya devam edildikçe hepsi, becerikli bir elin kâğıda jilet gibi dizdiği alfabenin sınırı içinde ve gölgesinde kalacak.
Seray Özdemir, 888, 2020,
Özel dikim, tek kişilik ağırlıklı yorgan, 140 x 240 cm
IV.
[888, Seray Özdemir]
Duvarda asılı geleneksel bir yorganın üstünde dikişle, daha doğrusu tekrar eden desen içinde dikişsiz bırakılan boşluklarla 8 Hours Labour 8 Hours Recreation 8 Hours Rest yazıyor. Slogan, kopyalandığı orijinalinde bir pankartta yer alıyor. Yine de yorganı duvarda bir pankart için işlevsel olan dikey halde değil, bir yorgancıda üretildiği esnada durduğu gibi yere ağırlığını bırakmış, altında uyuyan ya da çalışan biri olmadan yatay bir pankart olarak hayal ediyorum. Günlük çalışma saatlerinin işçilerin lehine planlanması talebini dile getiren cümleyi bugün aynen görünce, talebin günümüzdeki geçerliliğinden çok hem hakların korunması hem de emeğin karşılığının alınması için bir regülasyonun şart olup olmadığını düşünüyorum. Bir yorgancının satarak para kazandığı ve altında dinlenebileceği yorganı malzeme edinip çalışma, dinlenme ve eğlenme ayrımına dair bir düşünce belirtmeyi anlıyorum ama merak ettiğim şey bir sanatçının, örneğin Seray’ın ya da benim, kendi mesleğimiz hakkında aynı konuyu neyle işleyeceğimiz.
Derya Yıldız, Manzara, 2020, İki lazer terazi, iki tripod
V.
[Manzara, Derya Yıldız]
İki lazer teraziden yatay ve dikey eksende çıkan kırmızı ışınlar, birinin tripodu daha yükseğe kurulduğu için duvarda kesişerek dikdörtgen bir alan belirliyor. Teraziler birazdan inşa edilecek bir yapının veya duvara asılacak bir yapıtın çizgilerini belirlemekte kullanılmadığına göre, dikkatimi duvarda çerçeveledikleri alana verebilirim. Bu aletlerin çalışma prensibine göre ışınlar, zemin sonradan hareket etse de, biri tripoda çarpıp dengesini bozsa da, kaldırılıp başka yere konsalar da biraz sallanır ve sonra ideal ufuk çizgisine yeniden kavuşurlar. Ayrıca aralarındaki mesafe yavaşça açılsa duvardaki kırmızı dikdörtgenin alanı da git gide büyür. İşin hareket potansiyeli sabit duran terazilerin yerlerini kafamda değiştirmeme sebep oluyor; soldakini kaldırıp biraz ileri koyuyorum. Kırmızı çerçeve şimdi solumdaki kitaplığı da içine alacak kadar büyüdü. Ulufer, Bekircan ve Are’yi kuranlardan Gül ve Baran’la sohbet ettiğimiz sırada tam yanımdaki kitaplığa yaslanıp ondan güç alacakken Baran dikkatli olmam için uyarıyor, altında tekerlekleri varmış ve hareket edebilirmiş. Demek ki çalışma alanıyla serginin kurulduğu bölümü ayıran bu kitaplıklar mekândaki değişime ayak uyduruyorlar. Terazilerden birini biraz daha sola, çalışma alanına doğru çeviriyorum. Işınlar duvardan ayrılınca dikdörtgen bozuldu, şimdi ortadaki masayı, yanında taburede oturan Baran’ı ve arkasındaki pencereden görünen, apartmanların arasında kalan ağaçlık yeri de kapsayacak kadar geniş. Masada oturuyoruz ve Antalya’daki yaşamı İstanbul’dakiyle karşılaştırıyoruz; Antalya’da yaşam rahat, İstanbul’da deprem olacak, gerçi Antalya’da da arada deprem oluyor vs. Teraziyi iyice sola çekersem bütün çalışma alanı dikdörtgenin içinde kalıyor. Bir ara ortadaki masa kaldırılıp yerine iki yeni masa kuruluyor, duvara yakın bir yere de bir dövme koltuğu açılıyor. Gül aynı zamanda burada dövme de yapıyormuş. Are’ye bir gün sonra tekrar uğradığımda birinin koluna bir enginar çiçeği dövmesi yaptığını görüyorum. Geçen sene ilk gelişimdeyse mekânın cam cephesindeki kapıdan içeri girdiğim an arka taraftan çok güzel bir köpek bana doğru koşmaya başlıyor, tripodun ayaklarından birine çarpıp geçiyor, kırmızı ışınlar mekânı hızlıca karalıyor ve sonra sakinleşip duruyorlar. Onunla serginin kurulduğu giriş tarafında biraz oynuyoruz, sonra o, çalışma masalarının olduğu arka tarafa koşarak geri gidiyor. Teraziyi alıp eski yerine koyuyorum, kırmızı ışınlar etraftaki her şeyi tarayıp başta planlandığı şekilde, duvarda küçük bir dikdörtgen olarak toplanıyorlar.
Yağmur Uyanık, A440, 2020,
Özel dövülmüş zil, zil sehpası, Tek kanallı video, loop
VI.
[A440, Yağmur Uyanık]
A440, meşhur İstanbul zilinin kare olarak dövülmüş versiyonundan ve duvarda, müzikteki la notasının bir standart olarak denk geldiği 440 hertz’in salınımını gösteren bir videodan oluşuyor. Çalmak yerine görülmesi için üretilen zil, sanatın standartlarından biri olan kare ile müziğinki arasında, köşeli ve dalgalı iki geometriyle sınırlanmış halde duruyor. Yıllardır alıştığının dışında zili kare olarak döven ustayı, bu yeni tür zili çalmakta ustalaşıp yine standart bir frekansa göre tonlayabilecek olan olası müzisyeni ve bu işi tasarlayan Yağmur’u düşününce ustalık, standart noktalara doğru eğip bükmekle ilgiliymiş gibi geliyor. Bir gözüm Derya’nın lazer terazilerinde. Hem ikisinin de duvardaki kırmızı izleri ve üçlü ayakları benzer olduğu için, hem de koşullara göre sarsılıp -herkes bu sarsıntılarda gizli- yine de nizama geldikleri için. Merak edip zile parmağımla vuruyorum ve garip bir ses çıkıyor.
Seray Özdemir, Kuir Bir Aile, 2020,
Alüminyum strüktür üzerine neon, 85 x 95 cm
VII.
[Kuir Bir Aile, Seray Özdemir]
Duvardaki neon, bir imge göstermek için kırmızı yanıyor. Bir robot (Jetgiller’deki Rosey), elinde tasmayla bir köpeği (Keith Haring’in köpeği) gezdiriyor; başlığı Kuir Bir Aile. Bu köpek daha önce hiç tasma taktı mı diye merak edip diğer Haring resimlerine bakıyorum. İki ayağı üstünde merdivenden çıkarken, dans ederken, dj’lik yaparken, ufo tarafından kaçırılırken, diğer köpeklerle birlikte arka arkaya dizilmiş zincirleme birbirlerini yerlerken, karnındaki ekrandan yayın yaparken resmedilmiş fakat hiç boynunda tasmasıyla görünmüyor. Rosey’den de hatırladığım, biraz eski model olduğu için henüz insanlarla uyumlu çalışacak şekilde programlanmadığı, bu yüzden görevlerini harfiyen yerine getirdiği sırada -örneğin, çayı dök komutuna uyarak çaydanlığı ters çevirip bütün çayı yere boca ediyor- zararsız kazalara sebep olduğu fakat konuşurken bir insan gibi duygusal tepkiler verebildiği. Bir robot olarak hem duygularından hiç gizlemeden bahsedebiliyor hem de disiplin içinde görev halletmenin fiziksel gerilimini görevi ondan isteyenle paylaşıyor ve bu haliyle yine de çevresindekilerle sevgi dolu ilişkisini sürdürebiliyor. Köpeğin boynunda tasmasıyla, Rosey’nin de onun gezdiricisi olarak gösterildiği duvardaki imge ikisinin de potansiyelini düşününce fazla evcil ve uysal görünüyor; tasmanın buradaki işlevi sanki aile bağı olmak ve köpeği sahibe bağlamak.
Ulufer Çelik, Düşleyen Harabeler IV, 2019, 12 dakika HD video
VIII.
[Düşleyen Harabeler IV, Ulufer Çelik]
“Senin annen suçlu bir annedir/Kendini iyi hissetmeyen.” Ulufer’in videosunda desenlerin, film sahnelerinin, belgesel fotoğrafların figürlerinde aradığı bir anne var. Yavrularını besleyen pelikan ya da Cumartesi Anneleri ipucu verse de, aslen, arada cümleleri görünen bir şiir onu açıkça işaret ediyor. Görüntüler ve yazılar, sırasıyla bir rengin diğerine döndüğü arka planda görünüp kayboluyorlar. Ulufer, resminde temel renklerle ifade etmenin alıştırmasını yapmış gibiydi, agresif mi uyumlu mu olduğumuzu mor ya da turuncu kullanmamıza bakarak anlayan yetişkin biri için şimdi bütün renkler birbirinin yerini alan duygular olarak, bir kartela gibi sıralanıyorlar. Görüntüler bu zemin üstünde tek başlarına, üst üste, yan yana, simetrileriyle birlikte ya da bazı parçalarına yakınlaşılmış halleriyle yüzüyor. Arada boğuk olarak duyulan müzik aynı anda hem sakinleştirici hem de uyarıcı, görüntülerin düzenleniş biçiminin verdiği his de öyle. Halbuki ortalanmış düzgün simetriler halinde, hareketli mandalalar gibi çoğalsalar tam uyku haline geçişe izin verecekler, ancak asimetrilerinde hep uyku kaçıran bir şey var. “Senin annen çocuğudur/Dengelenmemiş güçlerin/Köşelerden evler kurar/Yuvarlak bir küredir.” Ekranda bir anlığına bir spiral çizgi yakalıyorum. Harfleri oluşturan gelişigüzel çizgilerin ve görüntü üzerinde bazı yerleri işaretleyen dairelerin arasında belki de tesadüfen oluştu. Ancak daha sonra pastel resme geri dönüp bir detayı, tarihi kapının kolonlarından birinin sağında ve solunda birer spiral olduğunu fark edince bu şekil aklımda yer ediyor. Ulufer, köşeleri de daireleri de iyi tanıyor ama bence onun arayışını gösteren şekil, uçları belirsiz yönlere doğru uzayan, köşe yapmaktan da bir daireye tamamlanmaktan da kaçan, yakalanması zor dikkat dağıtıcı bir spiral.
Comments